Üstad Bediüzzaman Hz.’lerinin “Ramazan” hatırası ve değişmeyen Türkiye | Salih Çınar

Yazar Hizmetten

Üstad Hazretlerinin ‘dili tesirli, kalemi kuvvetli ve letafetli’ diye andığı Re’fet Barutçu ağabey, o günün Türkiye’sinde Üstadımıza ve Nur hizmetinde bulunanlara yönelik yapılan traji-komik bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

“1943 senesinde Isparta’da âni yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risale ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde ‘Ramazan’a aittir’ diye bir yazı vardı. “Ramazan”dan kastın ramazan ayı olduğunu anlayamadıkları için ‘Kimdir bu Ramazan?’ diye aradılar, taradılar, nihayet Isparta Atabey’in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı, ellerini bağlayarak Eskişehir Hapishanesi’ne yolladılar. Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendi’ye ait değil, Bediüzzaman’ın kaleme aldığı ramazan ayının ve orucun hikmetlerini anlatan Ramazan Risalesi olduğu anlaşıldı. Mazlum ve masum Ramazan Efendi tahliye edildi. Hapishanede Üstad hazretleri tebessüm ederek ‘Kardaşım Ramazan, hakkını helal et’ diye Ramazan’ı teselli ederdi.”

Evet, bu olayın üzerinden tam 77 yıl geçmiş; dile kolay. Tarih değişmiş, asır bile değişmiş, aradan kaç tane hükümet gelip geçmiş ama görünen o ki; zihniyet değişmemiş. O günün Türkiye’sinde bunu yapanlar dine, diyanete, cemaatlere zerre kadar tahammülü olmayan, düşman kesimlerdi. Ne Üstadın ne de talebelerinin, bir tek insan gösteremezler ki herhangi bir kişiye zararları dokunmuş olsun. Tam tersine, milletin imanını selamette görmek için kendi hayatlarından dahi feragât etmiş, zerre kadar dünya menfaati gözetmemiş; cebrî ve haksız olarak mahkûm edildikleri hapishanelerde bile hâlleriyle ve Nur dersleriyle suçluların ve hatta canîlerin ıslahına vesile olmuş, topluma faydalı birer insan idiler. Buna rağmen Üstad, bir canî gibi muâmele görmüş, din, vicdan, fikir özgürlüğü engellenmiş, kendi vatanında gurbet yaşayarak diyar diyar sürgünlere gönderilmiş, oralarda bile göz hapsine mahkum edilmiş, bir vebalı gibi en yakınlarıyla bile görüşmesine müsaâde edilmemiş, hapishanelerde tecritte tutulmuş, mesnedsiz şekilde mahkemeden mahkemeye dolaştırılmış, en basit vatandaşlık haklarından bile mahrum edilmişti. Böylece o günün zalimleri, tarihte eşine zor rastlanan bir zulme imza atmışlardı.

Peki, aradan geçen 77 yıl sonra durum farklı mı? Müslüman bir ülkede Müslümanlara reva görülen yasakların, hor görülmelerin, mağduriyetlerin oluşturduğu bir ortamda iktidara gelen“İslâmcı” geleneğe mensup hükümet; ‘benim başörtülü bacım’ diye siyaset meydanlarında malzeme olarak kullandığı argümanları şimdi Müslümanlar aleyhine kullanarak terör örgütü suçlamasıyla mahkûm ettiği binlerce başörtülü anneyi hem de yüzlerce bebek ve çocuklarıyla beraber hapishanelere attı. Delili neydi? Sarma sararak, gözleme yaparak, kermes düzenleyerek muhtaçlara ve fakir talebelere yardım etmek… Çocuklarını okullarda okutmak, dershanelere göndermek. C.başkanının, pek çok bakanın, milletvekilinin, daha aşağı kademelerine kadar genelinin o okullara, dershanelere kendi çocuklarını hatta torunlarını dahi göndermiş olmaları onlar için suç sayılmazken, şu an hapishanelerde tutulan bir çok masum insan aynı gerekçelerle ve “o okulda öğretmenlik yaptın, şu dershanede çaycılık ettin, hatta önünden geçtin” denilerek derdest edilip hapishanelere atıldılar. “Beraat-ı zimmet asıldır” mecelle kâidesi siyasilerin ağzında sakız gibi çiğnenirken, iş bu masumlara ve KHK’larla işinden atılan, aşından edilen binlerce mağdura gelince ‘aynı soyadı taşımak’, ‘birinin yakını olmak’, ‘birinin oğlu’ veya ‘birinin kızı’ olmak suç sebebi sayılıp hapse atılmakta, dışarıda bulunan aileleleri ise türlü türlü haksızlığa maruz bırakılmakta.

İki yüz bin insan KHK ile işten atıldı, milyonlara baliğ mağdur kitlesi oluşturuldu. On binlerce insan, yıllarca iddianemesi bile hazırlanmadan hapiste tutsak ediliyor. Onlarca insanın kanser veya başka sebeplerle hapishaneden cenazeleri çıktı. Daha geçenlerde medyaya da çokça yansımış olan zulmün çok açık bir sonucu olarak tedavisi engellenen sekiz yaşındaki Ahmet Burhan Ataç, öğretmen olan babasından ayrılığa o minik yüreği daha fazla dayanamayıp vefat etti ve toprağa verildi. Bir tarih öğretmeni olan Gökhan Açıkkollu, on üç gün tutulduğu nezarethanede psikolojik baskı altında darp edildi. Bu zalimce muamelelere dayanamayan 42 yaşındaki bu genç öğretmen, kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Cenazesi toprağı verildikten 1,5 yıl sonra, darbe davasıyla yargılandığı davadan, diğer sanıklarla birlikte berâat etti. Beraat etti ama artık o hayatta değildi; yaşama hakkı haksız ve hukuksuz şekilde gasp edilmişti.

Şimdi soruyorum size: 1943’te, ramazan ayı ile alakalı kitabın üzerinde “Ramazana aittir” yazıyor diyerek köyde buldukları masum bir Ramazan’ı tutsak edenlerle şu an on binlerce masum Ramazan yıllardır hapishanelerde tutsak edilmesi; buna karşılık daha geçenlerde mafya babalarını, uyuşturucu tüccarlarını, kâtilleri ve dolandırıcıları tahliye edenler arasında zihniyet olarak bir fark görebiliyor musunuz?

Hizmetten | Salih Çınar

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy