Şubat ayıydı, koğuş gerçekten soğuktu

Yazar Mizan
NEDEN RÖPORTAJ?
 
İçeride kaldığım süre içinde öyle şeyler yaşamış ve öyle acı dolu hikâyeler dinlemiştim ki hepsi de gepgerçekti. Bir ara bunları hikâyeleştireyim dedim. Ama çok basit kalmıştı yazılanlar ve nihayetinde hikâye sunî gibi duruyordu. Koğuştaki insanlara bakıyorum çok güzel insanlar. Bunları suçlayanlara bakıyorum özlem duydukları insanlar bunlar. Tezatlık diz boyu. Bu parçalanmış hayatları bir şekilde yansıtmam gerekiyordu. En gerçekçisi röportaj diye düşündüm ve orada kalan arkadaşlara önceki hayatlarını ve tutuklanma sürecini sordum. 5 kişiyle röportajı yapmıştım ki tahliye oldum. İsterdim ki orada kalan bütün arkadaşlarla bu röportajı gerçekleştirebileyim. Bu röportajları olduğu gibi bu bölümde aktaracağım. Arkadaşlar isimlerinin geçmemesini istediği için baş harflerini yazacağım. Olaylar, yazılanlar tamamen gerçektir, sadece isimlerde değişiklik yaptım.
ÖMER SAĞLAM İLE RÖPORTAJ
-Kendinizden bahseder misiniz ?
 
-32 yaşındayım, evliyim bir oğlum var. İşletme mezunuyum, özel bir firmada idareci olarak çalışıyordum. İstanbul’da yaşıyorum.  Daha önce bir öğrenci yurdunda öğretmendim. Sivaslıyım.
 
-Gözaltına alınma sürecinizi anlatır mısınız?
 
-Bir cuma günüydü. Cuma namazına gitmek için evden çıkmıştım. Camiye tam varmıştım ki arkamdan hızla bir araba gelip yanımda durdu. “Bir baksana sen.” dediler. İsmimi sordular. İsmimi söyledim. Şaşkın bir şekilde hayırdır siz kimsiniz demeye fırsat kalmadan arabadan inip koluma girdiler. Orta yaşlı iri olan, “Senin araman yok mu?” diye sordu. O an öğrendim arandığımı. Telefonla birilerini arayıp “Şahsı aldık efendim.” dedi. Nasıl bir suçluydum ki özel, ayağa servis bir tutuklanma yaşıyordum, ben bile bilmiyordum ve hiç öğrenemedim de. Kimlik kontrolü için kimliğimi istediler. Kimliğimin, cüzdanımın evde olduğunu söyledim. “ Gidip alalım.” dediler. Hep beraber eve gittik. Eşim olan biteni anlayamamış şaşkın şaşkın bakarken polisler evi arayıp eşini de alacağız deyince o an dünyam karardı ve neredeyse bayılıp düşecektim.
”Memur bey neden tutuklanıyorum, eşimi neden tutukluyorsunuz?” diye peş peşe bir sürü soru sorsam da aldığım tek cevap ”emir böyle içeriğini bilmiyoruz” dediler.
Kimlik almaya geldiğimiz evimden eşim ve altı aylık bebeğimizle beraber çıktık. Gelen polisler Avcılar polisiymiş, beni Esenyurt polisine teslim etmeleri gerekiyormuş. Bu yüzden petrol ofisinde Esenyurt polislerini bir buçuk saate yakın bekledik. Nihayet Esenyurt polisi geldi, emniyete götürdüler. Ailecek hayatımızda ilk defa polis merkezindeki çay ocağında, başımızda polis bekliyorduk. Emniyete ilk geldiğimizde komiser, “Bunları niye getirdiniz, ne yapacağız bunları şimdi?” diye afalladı. Zira suçlu bir sıfatımız yoktu. Suçlu da değildik zaten. Emniyetten de apar topar Büyükçekmece adliyesine götürülüp Erzurum savcısını bekledik bir süre. Savcı hasta olduğu için nöbetçi savcıyı bekliyormuşuz. Savcı bizi ne gördü ne dinledi, yedi gün gözaltı kararı vermişti. Bu karar beni, eşimi ve altı aylık oğlumu da kapsıyordu. Bebeğimiz Umut altı aylıkken suçlu olarak annesiyle adliyede gözaltına alınmıştı. Ben bir nezarette, eşim ve oğlum başka nezarette şubat soğuğunda altı gün geçirdik.
Anne ve babası gözaltında olan bir çocuğun ihtiyaçlarının olduğunu, şubat soğuğunda nezarette kalmaması gerektiğini hiç düşünmediler. Gelen yemek yenecek gibi değil, ortam pis hele de bir bebeğin kalacağı yer hiç değildi, soğuktu. Altı gün sonra mahkemeye çıkarıldık. Ailecek ifadelerimize başvuruldu, anlam dahi veremediğim sorulara cevap vermeye çalışıyordum. Oğlumsa ağlamalarıyla ifadesini gayet net anlattı ancak hâkim çok da anlamaya niyetli gözükmüyordu. Hatta bir ara eşimi azarlayarak,  “Sustur şu çocuğu.” diye seslendi. Eşim şaşkın mahcup biraz da sinirli bir ifadeyle, altı gün soğuk nezarette kalan bebeğimizin hastalandığını, ateşinin olduğunu anlatsa da hâkim oralı olmadı bile. Hâkimin bir anlık kararının bizim ailecek tutuklanmamıza hükmetmesine hâlâ bir anlam verebilmiş değilim. Erzurum soğuğunu bilirim ama nezaret soğuğu o duygularla daha zor gelmişti.
-Nezarethanede nelerle karşılaştınız?
 
-Gerçek suçlular her akşam gelip sabah salınıyorlardı. Biz ailecek ben, eşim ve oğlum azılı suçlu olarak nezarethanede daimiymişiz gibi bekliyorduk. Bizim bebeğimizin ihtiyaçları dahi giderilmezken orada kalan iki yabancı uyruklu suçlunun nezarethanede ellerine telefonları verilmiş, devletimizin merhametli muamelelerine muhataptalardı.
Ya biz?..
Altı aylık oğlumun sıcak yuvasında anne baba şefkatini yaşaması gerekirken maalesef soğuk nezarethanede demir parmaklıkları tutması içimi parçalıyordu. Diğer suçluların sigara dumanları altında öksürmeye başlamıştı. Polise söylediğimizde burada sigara içmek yasak ki diye bizimle adeta dalga geçiyordu. Kaderimizmiş, ailecek mahpus hayatımız başlamıştı. Eşimle, hayat arkadaşımla aynı araca konulup, özgürlüğümüzden koparılarak önce eşimi Bakırköy cezaevine, bebeğimiz Umut’la beraber bıraktık. Kelepçelerden dolayı veda sarılması bile yapamamıştık. Ama eşimin o son bakışları ve kelepçeli elleriyle bebeğimizi tutması hâlâ gözlerimin önünde. Buruk hüzünlü bir şubat günü Metris cezaevine ailemden koparılarak atıldım.
-Metris’te neler yaşadınız?
 
-Bu benim hayatımda ilk cezaevi tecrübem, daha önce emniyet, karakol binalarının önünden dahi geçmedim desem yalan olmaz. Metris’e geldiğimizde bekleme nezaretinde üç kişiydik. Diğer ikisi torbacı sıfatıyla uyuşturucu satan kişilermiş. Bırak uyuşturucu, sigara dahi kullanmayan ben uyuşturucu satıcılarıyla aynı odada kalmak bu duyguyu anlatamam. Şaşkınlık, afallamak, öfke bu hal neyin nesi, şaka mı gibi karışık bir duygu. Hele bir sözleri var ki o son kurşunu beynime sıkmışlardı sanki. Siyasi suçlu olduğumu öğrenince bana, ”Biz çıkarız senin işin zor.” dediler.
Bu nasıl bir cümledir Allah’ım. Hâlâ hâlâ algılayamıyorum. Evet, hapis hayatım boyunca, ki 14 aydır hapisteyim, adli suçlulardan bu cümleyi çok duydum. Nasıl hiç suç işlememiş bir suçluysam uyuşturucu satan bile çıkabiliyorken ben çıkamıyordum.
Metris’te kendimi unutmuş daha acı veren eşimin ve bebeğimin durumunu düşünüyordum daha çok. Nihayet kaydımız yapıldıktan sonra benimle aynı suçtan tutuklanmış güzel insanların koğuşuna koydular. Sabaha kadar uykusuz, dertleşerek geçirdiğimiz gecenin sabahında tabuta bindirilerek Silivri yoluna çıktık.
-Silivri’de neler yaşadınız?
-Silivri’ye gelmiştim gelmesine ama benim hep aklım cezaevindeki eşim ve oğlumdaydı. Onlardan ancak 7 gün sonra haber alabildim ve bu yedi gün hayatımın en uzun zaman dilimiydi. Oğlumu annesiyle hasta ateşler içinde bırakmıştık Bakırköy ceza evine. Kalacağım koğuşa ilk girdiğimde insanların çehresi beni şok etmişti, tanıdıkça olayın vahametini daha iyi anladım. İddianamelerdeki gibi bir teröristlik sıfatı bu insanlarda çok alakasız duruyordu. Karınca incitmez tabiri bunlardı işte. Koğuştaki insanlarla tanışınca biraz rahatlamıştım. Metris’teki 2 torbacıdan sonra buradaki güzel arkadaşlarla kalmak biraz olsun rahatlatmıştı. İlk kapalı görüş günü karşımda eşimi ve oğlumu görünce beynimin bana oyun oynadığını zannettim. Kalın camın arkasında eşim ve oğlum vardı gerçekti. Ahizeyi kaldırıp oğlumun sesini duyunca, “Evet gerçek.” dedim eşimin avukatı itirazlarını yapmış nihayet onu salmışlardı. Artık bir yanım özgürdü.
Şubat soğuğuydu koğuş gerçekten soğuktu. Benim eşyalarımı lacivert ve kapüşonlu diye almamışlardı. Üşüdüğümü gören bir arkadaş bana ceketini verdi. Daha sonra öğrendim ki o arkadaşın da başka ceketi yokmuş. Kendisi ihtiyaç sahibi iken nefsini bana tercih etmesini kesinlikle unutamayacağım. Böyle insanlardı işte bu arkadaşlar. Açık görüşte herkes aile fotoğrafı çektirirken ben çektirmedim çok duygusaldım ve baktıkça ağlayacağımı bildiğim için uzak durdum. Ama oğlumun baba deyişi aklıma geldikçe gizli gizli köşemde ağlıyorum. Eşimden öğrendiğim kadarıyla Silivri’ye geldiklerinde eşim soruyormuş, “Oğlum nereye geldik?” diye oğlum, “Babaya” diyormuş. O sesi duymak için nelerden vazgeçmezdim ki… Anlayamadığımsa birkaç ay öncesine kadar sabıka kaydım bile yokken, askerliğini yapmış bir aile babası iken nasıl oldu da bir anda terörist ilan edilmiştim. Adalet kavramını sorgular oldum burada. Ben tutuklandığımda oğlum daha oturamıyorken şu an yürüyor ve ben çocuğumun ilk adımlarını göremedim. Hangi adalet bir babanın evladının büyümesini görmesine engel olur. Evladım evde sendelerken onu tutup yürütmeye çalışmam gerekirken, düşme tehlikesinde onu tutmam gerekirken ben sadece camın arkasından haftada bir o da 45 dakika görebiliyorum. Adalet cam kadar soğuk ve kalın. Suçlu olsam gam yemeyeceğim. En ufak bir suçumu bulun müebbet yatmaya razıyım.
Not: Şu an bu arkadaş 7,5 yıl ceza aldı hâlâ cezaevinde. Eşi ise 6 yıl 3 ay ceza aldı. Çocukları ise hâlâ hastane kapılarında. Nezarette aldığı soğuk ciğerlerini tahrip etmiş.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy