Yolumuz üzerine serip sergilediğin, sonra da bizi görmeye davet ettiğin meşherlerini, en mükemmel şekiller hâlinde sarıp sarmaladığın en bedî, en çarpıcı san’at eserlerini ve Sana ait gizli güzelliklerin tecellileri olarak binbir renk cümbüşü hâline getirip ve yine Senin bir san’at mecmuan olan tabiatın sînesine yerleştirdiğin o gözleri kamaştıran, başları döndüren resimlerin en parlağı, en mevzunu ve birbirleriyle fevkalâde tenasüp içinde bulunan eşya ve hâdiseleri seyredip, kaleminin sesinde ve o kalemle yazıp ortaya koyduğun kitabının âhenginde Seni görüp, Seni duyup ruhumuzla kanatlanırken, isimlerinin ışığı altında açılan menfezlerden görülen bütün nizam ve âhenklerin, müşahede edilen umum renk ve sûretlerin, her tarafta duyulan ses ve nağmelerin ve bu seslerden meydana gelen koro ve senfonilerin menbaına gözlerimiz takıldı; gönüllerimiz, o her şeyin kaynağı olan yüce âlemlerin esrarıyla kendinden geçti…
Kalb ve iman gözüne açılan o ayrı ayrı pencerelerden öteleri seyre dalıp, gönüllerimizdeki “Tûbâ-i Cennet” çekirdeğinin bir ağaç hâlindeki aslî hüviyetini müşahedeye cür’et ettik.. ve ötelere, ötelerin de ötesine uzayıp giden çok uzun, çok çetin, fakat çok zevkli bir seyahate yeltendik. Bunu yaparken de Beyan’ını ruhumuza rehber eyleyerek, isim ve sıfatlarının aydınlatıcı tayfları altında ve yine yol yol sonsuzluğa giden nurdan hakikatlerle kanatlanıp yollara döküldük.
Kelâmında anlatılıp resmedilen, en ince teferruatına kadar haritası çizilen, nihayet bir Kutlu’nun mirâcıyla bütün bütün kapıları açılıp, her mârifet erinin gönlündeki arşiyeleriyle o âlemlere yükselme imkânı doğan işte böyle bir ulu seyahatte, haddimizi aşıp esrarlı kapılarının tokmağına dokundu isek, edep ve erkân bilmeyen ham ruhlarımızın görgüsüzlüğüne vererek, bizi bağışlamanı diler, affına sığınırız.
Ey bizleri varlığa erdiren ve var olmadaki sonsuz zevki gönüllerimize duyuran Güzeller Güzeli Yüce Yaratıcı! Bu koskoca kâinatları bir kitap gibi önümüze seren Sen; onun esrarını vicdanlarımıza duyuran Sen ve vicdanlarımızı lâhûtî esrarının mevcelenip geldiği iklime bir sahil yapan da yine Sensin! Sen bizleri var etmeseydin, bizler var olamazdık. Bu muhteşem kâinatları bir kitap gibi önümüze açıp, yüce teşrifatçı ve tarif edicilerinle anlatıp şerhetmeseydin, Seni bilemeyen, gönlünün enginliklerine eremeyen cahiller gürûhu olarak yıkılıp gidecektik. Lütfedip de kâmetlerimize göre kendini bize anlatmasaydın, haricî dünyalar ile vicdanlarımız arasında irtibatlar temin ederek, Zât-ı Ulûhiyetin adına bildiğimiz ve bileceğimiz şeyleri tutup yakalayacak, şekillendirip istikamet verecek ve ilmi ilim, mârifeti mârifet yapan o ilk tasdik ediciyi ruhumuza yerleştirmeseydin, nereden bunları ve Seni bilecek ve yoluna hayranlık duyacaktık!?..
Bizler, Senin kapının boynu tasmalı kulları, vicdanlarımıza aksedip duran parıltılar da, Senin varlığının ziyasıdır. Biz neye mâliksek, Senin vergin, Senin atândır. Bunu bir kere daha ilân ediyor, kapının âzat kabul etmez kulları olduğumuzu itirafla ahd ü peymanımızı yenilemek istiyoruz.
Ey zikri, fikri ruhlara itminan veren gönüller Sultanı! Senin öğrettiğin ve ruhlarımıza duyurduğun şeyleri, gönülleri gönüllerimiz gibi ölü ve derbeder olanlara ulaştırmak için, yer yer eşya ve hâdiselerin dolapları içine girerek, zaman zaman da benliğimize dönerek, olup biten şeylerden ve bu umumî gidişattan Senin varlığına bakan pencereleri, Senin huzuruna yükseltecek yolları araştırıp tespite çalıştık. Zât-ı Ulûhiyetini ve perdesiz, manisiz Seninle görüşeceğimiz o mutlu günü muhtaç gönüllere duyurmak isterken, en saf ve en duru ifadelerin resm ve nakşettiği yüce hakikatlere bağlı kalamadık. Kışırda kalmış ve gönlünü şu âlemin sûrî güzelliklerine kaptırmış bir kısım ham ruhlara bir şeyler anlatabilme düşüncesiyle mücerredin kudsî cidarlarını sarsarak, müşahhasa ve maddeye yahşiler çektik. Belki de, en açık hakikatleri saffet-i asliyesi içinde sunamadığımızdan cürümler işledik, hevâ ve hevesimize hizmet ettik..?
Hata ettiysek, Sana gelirken ve başkalarına yol göstermeye çalışırken ettik. Kusur yaptı isek, Senin yolunda yaptık. Hata daima hata, kusur da daima kusurdur. Kalblerimiz ürperti içinde, ruhlarımız iki büklüm, boyunlarımızda tasma, vereceğin hükmü bin can ile intizar etmekteyiz. Bunu derken de biliyoruz ki, Senin sonsuza kadar uzayıp giden rahmetin, her zaman gazabının önünde olmuştur. Senin lütuflarını idrak etmiş kapı kullarına kusurun yaraşıp yakışmadığı muhakkak; ama, affın Sana çok yakıştığını söylememize lütfen müsaade buyurunuz!
Evet, Sultanım: “Sultana sultanlık, nitekim gedâya da gedâlık yaraşır.”
Şimdi bizi bağışlarsanız, ötelere seyahat hakikatini sînelerimizin en müstesnâ yerinde muhafaza ederek, yeniden Senin şu kâinat kitabının sayfalarını karıştırmak, yeni bir seyahat mülâhazasıyla upuzun mütalâalara dalmak, Seni anlatan dellâlları dinlemek ve Sana ait nağmelerle kendimizden geçmek istiyoruz. Bezmine ulaşmak isteyen muhtaç ve derbederlere kol-kanat lütfederek onları vuslatınla dilşâd eyle!..
Sızıntı, Eylül 1981, Cilt 3, Sayı 32 M.Fethullah Gülen