Resûl-i Ekrem’in (s.a.s) neslini sevmek

Yazar Hizmetten

Resûl-i Ekrem’in (aleyhi ekmelüttehaya) neslini sevmek, Alevî’siyle Sünnî’siyle hepimiz için çok önemli bir vecibedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Allah Resûlü’nün, peygamberlik vazifesine bedel olarak hiçbir ücret talep etmediği, ümmetinden sadece Âl-i Beyt’ine muhabbet istediği belirtilmektedir. Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hakikati teyit eden bir hadis-i şerifinde, “Nimetleriyle sizi rızıklandırdığı için Allah’ı sevin. Beni de Allah için sevin. Ehl-i Beyt’imi ise benim sevgimden dolayı sevin.” buyurmaktadır. Yine, Habib-i Ekrem (aleyhissalatü vesselam) iki ayrı hadis-i şerifte, sırat-ı müstakimden inhiraf etmemeleri için ümmetine Kur’an, Sünnet-i Seniyye ve Ehl-i Beyt’e ittibayı emretmektedir. Sadık u Masduk Efendimiz, “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız. (Bunlar) Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün Sünneti’dir.” demiş; bir başka defa ise, “Diğeri, Ehl-i Beyt’imdir.” buyurarak Sünnet-i Seniyye’sinin yerine mübarek neslini zikretmiştir.

Ehl-i Beyt’in hüznü

Bizim için sevgileri dinî bir vecibe sayılan Ehl-i Beyt’in hüznü de hepimizin gönlüne derin bir hüzün salmaktadır. Peygamber Nesli’nin maruz kaldığı belalar yine Alevî’siyle Sünnî’siyle hepimizin yüreğini dağlamaktadır.

Kendimi idrak ettiğim günden bu yana, gezip gördüğüm tekyelerde, zaviyelerde, medreselerde, sohbetlerinden istifade etmeye çalıştığım âlimlerin, âriflerin ve fazilet ehlinin meclislerinde Kerbela ile alâkalı mersiyeler okunduğuna ve bilhassa Seyyidina Hazreti Hüseyin’in maruz kaldığı zulüm hikâye edilirken herkesin hıçkıra hıçkıra ağladığına çokça şahit olmuşumdur. Alvarlı Efe Hazretleri’nin:

Bugün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar. 
Bugün eyyam-ı matemdir, bu gün âb-ı Revan ağlar. 
Hüseyn-i Kerbela’yı elvan eden gündür. 
Bugün Arş-ı muazzamda olan âlî divan ağlar. 
Bugün Âl-i abanın gülşeninin gülleri soldu, 
Düşüp bir ateş-i dilsûz, kamu ehl-i iman ağlar. 
Gürûh-i hanedana Lütfiya kurban ola canım, 
İla yevmil kıyame can ile ehl-i iman ağlar.

sözleri hâlâ kulağımdadır; bunlar söylenirken duygu pınarlarımızın coştuğu ve gözlerimizin yaşlarla dolduğu da hafızamda bugünkü gibi canlıdır.

Bu itibarla, ülkemizin, milletimizin ve topyekûn insanlığın selameti hesabına, böyle ortak meselelerde bir mutabakat sağlayarak bir araya gelmemiz, karşılıklı olarak konuma saygılı davranmamız; dünkü kavga sebeplerini bugüne taşıyarak yeni çatışmalara meydan vermememiz ve asla birbirimizi suçlayıcı söz, tavır ve davranışlara girmememiz gerekmektedir.

Düşünün ki, en uzaktaki kimselerle dahi diyaloğa geçme, onların konumlarına saygılı davranma, müşterek değerler üzerinde uzlaşma, insanî birikimleri paylaşma ve dostluk köprüleri kurma yolları araştırdığımız bir dönemde, asırlarca kader birliği yapmış olduğumuz insanlarla evleviyetle bir araya gelmemiz ve el ele vermemiz gerekmez mi? Belli devirlerde, teferruata ait bir kısım meselelerde ortaya çıkmış olan farklı inançları, farklı anlayışları ve farklı yorumları bahane etmekten, onlar sebebiyle bölünüp parçalanmaktan ve türlü türlü isnadlardan dolayı birbirimizi üzmekten uzak durmamız icap etmez mi?

Saygınıza saygı duyulur

Diğer taraftan, şayet elinizdeki değerlere saygı duyulmasını ve diğer insanların da onlardan istifade etmelerini istiyorsanız, başkalarına ve onların değerlerine karşı saygılı davranmalısınız. İnsanlardan saygı görmenizin ve değer ölçülerinizden onları da istifade ettirmenizin biricik yolu onların anlayışlarına, hissiyatlarına ve değer atfettikleri hususlara saygılı olmanızdır. Siz saygı ortaya koyar ve onların değerlerine saygılı olursanız, onlar da saygıyla mukabelede bulunur ve değerlerinize karşı saygılı davranırlar. Şayet, siz aslı faslı olmayan uyduruk sözlerle karalamaya kalkar ve insanları sürekli zan altında tutarsanız, onları hem saygısızlığa zorlamış hem de güzelim değerlerinizden mahrum bırakmış olursunuz. Siz onlara karşı belli ölçüde açılmaz, muvakkaten dahi olsa kendinizi onların yerine koymaz ve duygularını idrak etmeye çalışmazsanız, onlara kendinize doğru bir adım dahi attıramazsınız. İnsanî değerler çerçevesinde, vatan ve cihan sulhü adına birbirinizden istifade etmeniz, birbirinize yardımcı olmanız ve yaşanılır bir dünya kurmanız, muhataplarınıza karşı anlayış göstermenize ve biraz empatiye bağlıdır.  

Bu açıdan, bugün ister Alevîlerin ister Sünnîlerin isterse de aynı meşrebe bağlı değişik kolların temsilcilerinin birbirlerine anlayışla ve konuma saygı düsturuyla yaklaşmaları lazımdır. Herkesin önyargılardan, vehimlerden, su-i zanlardan arınması ve hem kendisinin, muhatabından istifade edebileceğine hem de bazı hususlarda ona yardımda bulunabileceğine inanması gerekmektedir. Bu inançla, her kesimin dostluk çizgisinde bir araya gelmesi, bir grup kardeşlik eli uzatırken öbürünün güllerle mukabele etmesi ve bir taraf Ehl-i Beyt muhabbetiyle coşarken diğerinin de onun heyecanına ortak olması icap etmektedir.

Senin rızan Allah’ım!

Bir mü’min Allah’ın hoşnut olacağı ve seveceği şeyleri istemelidir. Çünkü her şeyden daha önemli olan O’nun hoşnutluğudur. Eğer Cenâb-ı Hak bir kulun bu mevzudaki duasına icabet buyurur ve rızasını ona yâr ederse, artık onun için alacak–verecek bir şey kalmamış sayılır; çünkü o, alınacak en kıymetli semereyi almıştır. Zira Allah’ın muhabbetine ve rızasına mazhariyet en büyük bahtiyarlıktır.

Evet, rıza-yı İlahi sadece ibadet ü tâate bağlı olmadığı gibi, yalnızca seyr ü süluk-i ruhaniyle ulaşılan bir ufuk da değildir. Ona yürüyen insanın hep tetikte olması ve Allah’a sığınması gerekmektedir. Her adımda bir kere daha gönlünü kontrol etmesi ve “acaba rıza talebim yerinde duruyor mu?” diyerek temkinli yürümesi icap etmektedir. Elli tane hırsızın bulunması muhtemel olan bir çarşıda dolaşan insanın sık sık ceplerini yoklaması gibi mü’min de sürekli gönlünü yoklamalıdır. Kolundaki saatin, cebindeki cüzdanın ve belindeki kemerin bile kapkaça gittiği bir dönemde, kapkaççıların çokça dolaştığı bir caddede nasıl yürümesi iktiza ediyorsa rıza yolunda da öyle yürümelidir.

Unutmamalısınız ki, belki etrafınızda sizi hıfzeden melekler sayısınca şeytanlar imanınıza tuzak kurmuş bekliyorlar. -Hafizanallah- zaaflarınızdan sizi vurmak için intizar ediyorlar. Bir kuytu yerde kapkaç yapmak ve bir köşede sizi kündeye getirmek için fırsat kolluyorlar. Öyleyse, gözleriniz sürekli O’nun kapısında olmalı; diliniz ve gönlünüz de hep O’nu anmalı. Düşünün ki, bir cin taifesi içinden geçiyorsunuz. O bir pençe atıp bir yanınızı koparmak, beriki bir hamle yapıp bir tarafınıza vurmak için sabırsızlıkla bekliyor ve siz biliyorsunuz ki, onların şerlerinden korunmanın yegâne çaresi Cenâb-ı Hakk’a teveccühtür; o esnada dudaklarınızın kıpırdaması durur mu hiç? Tabii ki durmaz. Sürekli O’na dua ve iltica edersiniz; Ayetü’l-Kürsî okuyarak ya da Felâk ve Nâs’ı tekrarlayarak şerirlerin şerlerinden Allah’a sığınırsınız. İşte, yürüdüğünüz yolun her köşesinde nefis ve şeytan tarafından kandırılabileceğinizi de hesaba katmalı ve sürekli Cenâb-ı Hakk’tan af ve afiyet istemeli, rızasına uygun işlere muvaffak kılmasını dilemelisiniz.

Kaynak: Fethullah Gülen – 23 Ekim 2015

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy