‘Okul Adam’ anısına… Yurt Dışında Bir Okul Açma Serüveni

Yazar Editör

Dr. Mehmet SAYIN

Amerika’daki altı aylık eğitim programımı tamamladıktan sonra geri döndüğüm ülkenin en büyük ikinci şehrinde bir okul açmak için görevlendirilmiştim. Gittiğim şehirde bir dil merkezi vardı. Okulun resmî işlemlerini yürütebilmek için dil merkezinde idareci olarak göreve başladım. İlk yaptığımız işlerden birisi şehrin millî eğitim müdürlüğüyle temasa geçmek oldu. Müdürlük görevini bir hanımefendi yürütüyordu. Görüşme esnasında hanımefendiye okul açma niyetimizi ilettik. Bu konuda birlikte çalışmak istediğimizi ifade ederek bize danışmanlık yapmasını teklif ettik. Hanımefendi; “Bunu bir süre düşüneyim size bilgi veririm.” dedi. Biz de müsaade isteyip ayrıldık. Bir hafta sonra hanımefendi; “Bu konuda ben size danışmanlık yapmak isterim ancak vali bey burada okul açmanıza sıcak bakmıyor. Bu nedenle şu an burada okul açmanız mümkün görünmüyor.” dedi. Tanışmak ve okul meselesini görüşmek için mektup yazarak vali beyden üç kez randevu istedik. Vali bey mektubun ikisine olumsuz cevap verirken üçüncü mektuba olumlu cevap verdi. Lakin randevu günü makamına gittiğimizde nedense bizimle görüşmek istemedi ve kapısından geri döndük. Bunun üzerine dil okulunu geliştirme ve genişletme kararı aldık. Şehrin en merkezi yerinde, valiliğin tam karşısında yeni bir bina kiraladık ve programa bilgisayar kursu ilave ettik. Camlarımız açıldığında neredeyse vali beyle karşılıklı selamlaşacak kadar yakın olmuştuk. Yeni dil merkezi şehrin prestijli bir yerindeydi ve sadece tabelası ile çok ciddi kursiyer çekti. Her yaştan insan bilgisayar programları ve dil öğrenmek için akın akın geliyorlardı. Artık o bina bize yetmez olmuştu. Merkez ofisi ve kayıt kabulü orada devam ettirmek şartıyla şehrin başka bir yerinde derslikler için daha geniş bir bina kiralamaya kadar verdik. Milli eğitim müdiresi hanımefendiye de derslikler için daha geniş bir bina aradığımızı, hatta ellerinde kullanmadıkları okul binası varsa onlardan birisini bile kiralayabileceğimizi söyledik. Müdire hanımefendi, ellerinde böyle bir bina olmadığını fakat yeni bir gelişme olursa bizi bilgilendireceğini söyledi. Bu şekilde bir süre bina aradık lakin uygun bir bina bulamadık. Araba kullanmayı Amerika’da otomatik vitesle öğrenmem nedeniyle ehliyetim olmasına rağmen manuel araba kullanmayı bilmiyordum. Bu problemi çözebilmek için bir ehliyet kursuna kayıt oldum. Haftanın belli günleri manuel arabalarla pratik yapacaktım. Yanıma orada üniversite okuyan öğrenci arkadaşlardan birisini de alarak kursa gittim. Kayıt olduğum kurstan bir eğitmen bizi kullanılmayan eski bir uçak fabrikasının uçuş pistine götürdü. Burada bana ders vermeye başladı. Birkaç saat zaman geçirdikten sonra piste yakın ,çok görkemli, son zamanlarda yapıldığı her halinden belli olan beş katlı, tam okul olacak bir bina gözümüze ilişti. Kurs bitince sürücüye bizi o binaya götürmesini söyledik. Adam “Oraya gidelim ama eğer randevunuz yoksa o binanın içine elimizi kolumuzu sallayarak girip gezemeyiz, güvenlik bizi içeri almaz; orası bölge mahkemesi.” dedi. “Olsun, binaya giremesek de en azından bahçesinde arabayla bir tur atıp çıkarız.” dedik. Beyefendi bizi binaya götürdü ancak adamın dediği gibi randevumuz olmadığı için güvenlik bizi içeri almadı. Binanın yakınına geldiğimizde gerçekten bir okul için dizayn edilmiş olduğunu gördük. Bina yepyeni ve her tarafı pırıl pırıldı. Bu binanın bizim olması için içimizden duamızı ettik ve oradan ayrıldık. Bina arayışlarımızı devam ettiriyorduk.

Bu olayın üstünden bir hafta geçmemişti ki bir gün millî eğitim müdiresi hanımefendi aradı ve “Müdür bey sizin işinize yarayacak bir bina buldum. Eğer mesai çıkışı müsaitseniz binanın sahibini arayayım gidip bugün binayı görelim.” dedi. “Tamam.” dedik. Mesai çıkışı millî eğitim müdürlüğünde buluştuk ve müdire hanımın arabasıyla gittik. Vara vara vardık ki bizim bir hafta önce bahçesinden döndüğümüz bina. Binaya yaklaşınca müdire hanımefendiye, “Biz geçen hafta bu binaya geldik ancak burası bölge mahkemesiymiş burayı bize vermezler.” dedik. Müdire hanımefendi gülümsedi; “Evet, doğru söylüyorsunuz burada bölge mahkemesi var; ancak mahkeme bir ay içinde buradan kendi binasına taşınıyor. Bu bina ise özel bir üniversitenin fakültesi için yapılmış bir bina. Yani bina devletin değil üniversitenin ve rektörlük tarafından kiraya çıkarıldı. Şu an üniversite yeterince öğrenci bulamadığı için üç beş yıllığına tüm binayı kiraya vermek istiyor. Bizi rektör bey karşılayacak; siz burada ne yapmak istediğinizi rektör beye anlatın” dedi. Rektör bey bizi karşıladı ve binayı gezdirdi. Burada ne yapmak istediğimizi anlattık. Rektör bey “Tamam fakat binanın beşinci katı üniversitenin misafirhanesi olarak dizayn edildi ve ben eşimle birlikte orada kalıyorum. Ayrıca kendim için de şehir merkezinde yeni bir konut yaptırıyorum.
O konut tamamlanana kadar burada kalmak istiyorum; lakin onun tamamlanması birkaç yıl alabilir.” dedi. Biz de “Bina zaten yeterince büyük, hatta dördüncü katını da biz misafirhane olarak dizayn etmeyi düşünüyoruz. Hiç problem değil komşu oluruz. Sizin burada olmanız bizim için daha iyi olur. Bir şeyler danışmak istediğimizde bize hamilik edersiniz.” dedik ve birkaç hafta içinde anlaşmayı yapıp tüm binayı kiraladık. Bu sürede mahkeme de oradan taşındı ve binanın anahtarını bize teslim ettiler.

Bu arada çok sürpriz bir gelişme oldu. Vali bey bir parti kurarak mevcut iktidara karşı seçim hazırlıklarına başladı ve şehirden ayrılarak başkente taşındı. Yerine o zaman bizim yaşlarda daha geç bir vali atandı. Yeni vali geldikten sonra bir demet çiçek yaptırarak vali beye hem hoş geldiniz demek hem de kendimizi tanıtmak için randevu bile istemeden direkt makamına ziyarete gittik. Vali beyin sekreterine kendimizi tanıttık ve görüşmek istediğimizi ilettik. Sekreter hanım içeri girdi ve durumu vali beye iletti. Vali bey “Buyursun gelsinler.” demiş. Elimizde çiçeklerle makam odasına girdik. Vali bey bizi ayakta karşıladı. “Çiçek bayana getirilir ama ben sizin çiçeklerinizi kabul ediyorum.” dedi ve alıp masasına koydu. Oranın kültürüne göre bu tür ziyaretlerde bayanlara çiçek, makam sahibi erkek olunca da ona uygun bir hediye takdim edilirmiş. Vali bey, “Şehrimde sizin gibi güzel insanların olması beni çok mutlu etti.” diyerek bir yakınını kucaklar gibi boynuma sarıldı. Bir süre sohbet ettik ve yaptığımız faaliyetleri anlattık. Tekrar görüşmek üzere müsaade isteyip ayrıldık. Yeni valinin bu şekilde sıcak davranması okul açma konusunda bizi yeniden ümitlendirdi. Millî eğitim müdiresi hanımefendiyi yeniden ziyaret ettik ve okul açmak için yeni valilin fırsat olduğunu söyledik. Hanımefendi “Tamam birkaç gün bekleyin ben vali beye durumu ileteyim.” dedi. Birkaç gün sonra hanımefendi “Vali bey teklifinize sıcak bakıyor.” dedi.

Evet, binayı dil merkezi için kiralamıştık ama bina okul olmak için son derece müsaitti. Ancak maddi imkânlarımız okul açmak için yeterli değildi. Tüm imkânlarımızı ortaya koyduktan sonra her ay için artı beş bin dolara ihtiyacımız vardı. Eğitim kurumlarının şirket merkeziyle görüştük ancak “Aylık böyle bir para ayırmamız mümkün değil.” dediler. Biz de “Allah Kerim” diyerek beklemeye başladık. Binayı kiralayalı bir ay olmuştu ki Naci Tosun abi ziyaretimize geldi. Naci abi her yıl yaptığı gibi yine bir Orta Asya turuna çıkmıştı ve Türkiye’ye dönmeden önce en son bizim bulunduğumuz şehre, bizleri ziyarete gelmişti. Muhabbet esnasında “Burada iyi bir potansiyel var okul açmak istiyoruz ama bunun için yeterli kaynağımız yok. Eğer aylık beş bin dolar kadar takviye paramız olsa burada bir okul açabiliriz. Hatta şu an okul olabilecek bir de bina kiraladık.” dedik. Naci abi, “Hocam ben Türkiye’den Orta Asya ziyaretine çıkarken bir grup arkadaşlar “Abi size beş bin dolar versek bunu Orta Asya’da ihtiyaç olan bir okula verebilir misiniz? Bu paranın devamını da her ay göndermek istiyoruz.” demişti. Bu turda Orta Asya’da beş ülke gezdim, onlarca şehre uğradım ama o para hâlâ yanımda. Burası da ziyaret ettiğim son ülke ve siz de son şehirsiniz. Size bu parayı ve her ay devamını da gönderecek arkadaşların telefonunu vereyim. Onlara söylerim size aylık beş bin dolar göndersinler, okulu açın.” dedi. Bu heyecanla Naci abiye hemen kiraladığımız binayı gezdirdik. Naci abi binayı çok beğendi ve “Keşke imkân olsa da ilerisi için bu binayı satın alsanız.” dedi. Selim bir kalple duada bulundu ve oradan ayılıp Türkiye’ye döndü.

Bu gelişmeden sonra eğitim kurumlarının şirket merkezindeki yetkililere durumu anlattık ve okul açabileceğimizi söyledik. Onlar da çok mutlu oldular, ancak yeni bir okul açılabilmesi için Hocaefendi’nin görevlendirdiği bir heyetten izin alınması gerektiğini söylediler. Sebep olarak da, Hocaefendi “Bir süreliğine yeni okul açılmasın. Var olan okulların standartları iyileştirilsin. Yurt dışına gidecek yeterli sayıda öğretmen bulunmakta zorluk çekiliyor. Ancak bu karara rağmen yeni okul açılması elzem olan yerler olursa onlar durumu bir mektupla ilgili arkadaşlara değerlendirmeleri için bildirsinler.” diye buyurmuş. Yönetim kurulu başkanı hocamız da “Burada bir okulun açılması için bizden ziyade yereldeki insanların talepte bulunması uygun olur.” dedi. Yani bölge millî eğitim müdürlüğü burada bir okul açılmasına ihtiyaç var diye bir mektup yazabilirse yetkili mercilerin bu teklife sıcak bakacağını söyledi. Bu karardan sonra millî eğitim müdiresi hanımefendiyi ziyaret ettik ve durumu anlattık. O yıllarda ülkede enerji problemi vardı ve sık sık elektrikler kesiliyordu. O günkü ziyaretimizde de binada elektrikler yoktu ve müdire hanımın odası soğuktu. Hanımefendi üzerinde pardösü elleri cebinde oturuyordu. Durumu anlattıktan sonra mektup yazması için talebimizi ilettiğimizde; hanımefendi “Müdür bey siz benden mektup yazmamı istiyorsunuz ama şu an mektup yazacak durumda değiliz. Gördüğünüz gibi elektriklerimiz yok ve bilgisayarlar çalışmıyor. Bu soğukta benim de elim kalem tutacak durumda değil, siz ne istiyorsanız yazın ben imzalayayım.” dedi.
Biz de “Acelesi yok elektrikler ne zaman gelirse o zaman yazabilirsiniz.” deyip müsaade istedik ve ayrıldık. O gün saat gece 11:00’e geliyordu bir anda telefon çaldı. Millî eğitim müdür yardımcısı beyefendi arıyordu ve “Müdür bey ev adresinizi söyleyebilir misiniz? Sizi ziyaret etmek istiyorum.” dedi. “Eğer acil bir şey yoksa yarın iş yerinde görüşelim, gecenin bu saatinde buraya kadar zahmet etmeyin.” dedim. “Yok, zahmet olmaz! Geç de olsa sizi görmek istiyorum.” dedi. Ev adresimizi verdik ve çıkıp apartmanın girişinde karşıladık. Bize bir zarf verdi “Umarım bu mektup işinizi görür.” dedi ve vedalaşıp ayrıldı. Eve çıkıp, zarfı açıp mektubu okuduk. Çok güzel, nezaketli bir dille mektup yazmışlar ve mektubu “Şehrimizde bir okul açılmasını istiyoruz.” diye bitirmişler.

Bu mektubu şirket merkezine ilettik ve şirket merkezi de gerekli yerlerle görüştükten sonra okul açılmasına müsaade edildiğini, resmiyetin sağlanması ve gerekli izinlerin alınması için girişimde bulunabileceğimizi söylediler. Milli eğitim müdiresi hanımefendiyi tekrar ziyaret ettik ve “Okulun açılması için izin geldi. Sizin de müsaadenizle okulu açma işlemlerine başlayabiliriz. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa bizi yönlendirmesini talep ediyoruz.” dedik. Müdire hanım, “Tamam, size yardımcı olayım ancak yeni valiyle birlikte şehirdeki bir kısım müdürler de değişecek zannedersem; ben de bu değişecekler arasında olabilirim.” dedi.

Hanımefendinin dediği gibi kısa süre sonra emekliye sevk edildi ve yerine müdür yardımcılarından bir beyefendi atandı. Beyefendi de bizi yakından tanıyan bir isimdi. Makamına oturunca onu ziyaret ettik ve okul açma konusunda gelinen noktayı anlattık. O da “Eğer anlattığınız gibi vali bey tamam diyorsa problem yok.” dedi. Biz de birkaç hafta sonra vali beyi yeni taşındığımız dil merkezine davet ettik. Sağ olsun vali bey davetimize olumlu cevap verdi ve gelip bizi ziyaret etti. Görüşmeye şirket yönetim kurulu başkanı ve genel müdür beyefendiler de katıldılar. Vali bey beklenenden uzun kaldı ve sohbet derinleşince “Müsaadenizle bu binada okul açmak istiyoruz.” dedik. Okulu eğitim dönemine yetiştirebilmemiz ve öğrenci bulabilmemiz için iki ay gibi bir zamanımız olduğunu söyledik. Vali bey “Hiç problem değil, buradan çıkışta ben telefonla millî eğitim müdürüne yarın sizin onu ziyaret geleceğinizi söylerim. Siz yarın müdür beyi ziyaret edin ve ne yapılması gerekiyorsa size yardımcı olsun, Eylüle okulu yetiştirelim. Okula şehrimiz için önemli olan şu değerli tarihî şahsın ismini verelim. Bir taraftan resmî prosedürlerini takip ederken diğer taraftan da bu isimle okul açtığınızı ve öğrenci almak istediğinizi duyurabilirsiniz” dedi. Orada okulun ismini de belirledikten sonra, ertesi gün sabah millî eğim müdüründen randevu istedik.

Müdür bey saat 11:00 gibi randevu verdi. Tam o saatte müdürlüğe gittik. Ancak müdür bey makamında yoktu. Sekreter hanım müdür beyi valinin çağırdığını ve oraya gittiğini, bir saat sonra döneceğini, o gelene kadar beklememiz gerektiğini söyledi. Müdür beyin gelmesini bekledik. Geldikten sonra “Kusura bakmayın. Sizin okul işiyle ilgili vali bey yüz yüze görüşmek istedi. Okulunuz hayırlı olsun! Bir taraftan resmî işlemleri tamamlarken bir taraftan da öğrenci alımı için reklam vermeye başlayabilirsiniz. Çünkü zaman çok dar ve hızlı hareket etmezseniz bu saatten sonra öğrenci bulmak zor olabilir.” dedi. Hemen apar topar bir radyo reklamı hazırlayarak ön kayıtların başladığını ilan ettik. Ancak ortada ne eğitim için yeterli araç gereç ne de hoca var. Okul araç gereçleri parayla hallolacak işlerdi ama hoca bulmak çok da kolay değildi. Çünkü okulun eğitim dili İngilizce idi. Okulun tefrişatı için Türkiye’den bize aylık beş bin dolar gönderecek fedakâr insanları aradık ve sıra, masa, bilgisayarlar ve laboratuvar konusunda destek istedik. Sağ olsunlar “Hiç problem değil, ne lazımsa listenizi yapın; gelin halledelim.” dediler. İhtiyaç listesini çıkardık ve okul için gerekli olan araç gereçlerin hepsini alıp bir tıra yükleyerek on beş gün içinde getirdik. Okulu son derece modern bir şekilde donattık. Bu arada kuruluş resmiyetini de tamamladık. Bir taraftan öğrenci ön kayıtlarını bir taraftan da personel ve sözel dersleri verecek hocaları almak için iş ilanları verip başvuruları almaya başladık. İş alımları için yeterli başvuruya ulaşınca bir komisyon kurduk ve başvuru sahipleriyle görüşmek için mülakat günü belirledik. Daha üç beş adayla görüşmüştük ki Türkiye’den bir telefon aldım. Telefondaki yakınım abimin trafik kazasında vefat ettiğini söylüyordu. Maalesef ortada yapacak bir şey kalmamıştı. İşleri komisyona bırakarak abimin cenazesine yetişmek üzere Türkiye’ye gittim. Cenazeye katıldım ve birkaç gün sonra tekrar okula döndüm. Birinci dönem yoğunlaştırılmış İngilizce hazırlık vereceğimiz için çok branş hocası lazım olmadı. Yerelden birkaç İngilizce hocası takviyesi hazırlık problemi çözüldü. İkinci dönemki branş dersler için de dört saat uzaklıktaki başkentteki okullardan fedakâr öğretmen arkadaşlar gelip ders verdiler ve ilk yıl için eğitim kadrosunu bu şekilde tamamladık.

Okula birçok öğrenci başvurusu oldu ancak ilk yıl yirmişer kişilik üç sınıf almaya karar verdiğimiz için yapılan yerleştirme sınavları sonrası altmış öğrenci aldık. Herkes çocuğunu kayıt yaptırmak için sürekli baskı yapıyordu ama imkânımız daha fazlasını kaldıracak durumda değildi. Çocuğunu okula yakıt yaptıramayan bir anne çocuğumu buraya kayıt yaptırmadan okuldan ayrılmayacağım deyip de bayılıp yere düşünce sınıflara birer sıra daha ekleyerek sayıyı altmış üçe tamamlayarak kontenjanı kapattık. Okulların açılmasına birkaç hafta kala vali beyi ziyaret ettik ve eğitim için her şeyin hazır olduğunu söyledik. Bu habere vali bey çok sevindi ve “Var mı yapabileceğimiz başka bir şey?” dedi. Biz de dersler başladıktan on beş yirmi gün sonra resmî bir açılış yapmak ve bu açılış için Türkiye’den resmî heyet davet etmek istediğimizi söyledik. Ancak davet edeceğimiz bu insanların; millet vekilleri, valiler, belediye başkanları, kaymakamlar vs. olacağını ve bu insanların programa katılabilmesi için vali beyin resmî bir davetiye göndermesi gerektiğini ilettik. Vali bey “Kaç kişi davet edeceksiniz?” diye sordu. Kırk – elli arası olabileceğini söyledik. Vali bey “Hiç problem değil, kimlerin katılmasını istiyorsanız davet edin. Siz davetiyeleri isim isim hazırlayın ve sekretere bırakın; ben imzalarım.” dedi. Sağ olsun bize güvenerek verdiğimiz tüm davetiyeleri imzaladı. “Benden başka istediğiniz var mı?” diye sordu. Biz de “Bu insanlar protokol olduğu için burada kalacakları iki gün içinde ev sahipliği yapmanızı arzu ediyoruz.” dedik. İki gün süresince misafirleri yedirdi, içirdi, gezdirdi, konaklattı ve sürekli onlarla birlikte olmaya çalıştı. İkinci gün tören başladı ve resmî açılış konuşmasını yapmak için vali beyi kürsüye davet ettik. Vali bey kürsüye çıktı ve hepimizi şok eden şu sözlerle konuşmasına başladı: “Amerika’da bir insan başkan olduktan sonra, başkanlık süresi bitmiş olsa da o insana ölünceye kadar başkan diye hitap ederler. Siz de kürsüye beni davet ederken sayın Vali bey diye davet ettiniz; lakin şu an ben vali değilim. Bu gece çıkan başkanlık kararnamesiyle valiliğime son verildi. Ancak devir teslim yapılana kadar görevime devam edeceğim ve gelen konuklar burada bulundukları sürece benim misafirlerim olacak.” dedi.
Okul açıldıktan beş altı ay sonra Türkiye’den aylık beş bin dolarla sponsorluk yapan değerli insanlar grup olarak ziyaretimize gelmişlerdi. Geldiklerinde okul binasını görünce onlar da çok beğendiler ve “Hocam eğer bina sahibi burayı satacaksa hemen satın alalım.” dediler. Biz de bina sahibine bu teklifi yaptık ve adam binayı bize satmaya karar verdi. Sponsor dostlara durumu bildirdik ve “Hocam haftaya gelin peşinat olarak şu kadar verelim, diğer kısmını da taksitle iki yıl içerisinde ödeyelim.” dediler. Peşinatı vererek binayı satın aldık ve tapuyu şirket üzerine kayıt ettirdik. Okul açılalı bir yıl ve binayı alalı altı ay olmuştu. Bir cuma günü bina sahibi bizim muhasebeciyi çağırarak “Müdür beye söyleyin satın alma sözleşmesini iptal etmek istiyorum, bu konuda ne yapılması gerekiyorsa siz çalışmanızı yapın.” demiş. Muhasebeci geldi ve “Bina sahibi satışın iptalini istiyor, bu konuda bana çalışma yapın diyor. Nasıl hareket edelim?” dedi. Anlaşmayı neden iptal etmek istediğini sorduğumda “Adama yakın çevresinden çok ciddi bir baskı varmış. “Siz binayı Türklere sattınız. Eğer para lazımsa biz iki katını verelim binayı Türklerden geri alın.” diyen ve adamın aklını karıştıran art niyetliler varmış. Böylesi güzel hizmetlere mâni olmak isteyen bu tür mikserler her toplumda, her zaman vardır ve var olmaya da devam edeceklerdir. Ama şunu hiçbir zaman unutmamak lazım ki “Takdîr-i Hudâ, kuvve-i bâzû ile dönmez / Bir şem’â ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez! ”

O gün okulun beşinci katında yaşayan bina sahibi balkona çıkmıştı ve iş çıkışı bana yukardan seslendi. “Müdür bey, muhasebecinize yapılması gerekenleri söyledim, umarım size durumu iletmiştir. Siz yapılması gereken hazırlıkları ona göre yapın.” dedi. Muhasebecinin getirdiği bu bilgiden dolayı zaten moralim bozulmuştu. “Biz anlaşmanın iptali konusunda herhangi bir şey düşünmüyoruz. Bu konuyu Pazartesi konuşuruz, size iyi akşamlar.” dedim ve moralim biraz daha bozulmuş şekilde eve gidip akşam yemeğini yemeden uyumak için yattım. Gece saat 10:00’da telefon sesine uyandım. Telefondaki ses “Hocam bina sahibi kalp krizi geçirdi ambulans çağırdılar. Sağlık ekibinin söylediğine göre kriz ciddiymiş adamı hastaneye kaldırdılar.” dedi. Ben de üzerimi giyinip arabayla okul yolu üzerinde olan hastaneye doğru yola çıktım. Okulun yakınına geldiğimde ambulansın tekrar okula doğru geldiğini gördüm ve ambulansı takip edip okula yöneldim. Sağlık ekipleri ambulanstan adamı sedyeyle çıkardılar ve öldüğünü söylediler. Adamı tekrar binanın beşinci katına çıkardılar; onların dini inançlarına ve törelerine göre ölünün yedi gün öldüğü yerde buz dolabından bir tabut içerisinde tutulması gerekiyormuş eş, dost ve yakınlarının taziyelerini aile fertlerine cenaze başında iletmesi için. Yedi gün de adamın cansız bedenini okulda misafir ettik. Adamın eşi ve iki oğlu vardı. Cenazeyi defnettikten üç beş gün sonra onları ziyaret ettik ve “Babanız bizimle ilgili size bir şeyler söylemiş miydi?” diye sorduk.

Oğullarından birisi; “Babam bu binanın satın alma işlemini iptal etmek istediğini söylemişti, müsait bir zamanınızda bunu sizinle konuşmak istiyoruz.” dedi. Biz de “Öyle bir şey düşünmüyoruz, ortada anlaşma var.” dedik. Oğulları da “Anlaşmayı iptal ederiz, zaten bize borcunuz olduğu için tapunun üzerinde ipotek olmalı. Paranızı geri öderiz ve tapuyu alırız.” dedi. “Bu konuyu sonra konuşalım. Okulun doğal gazını bağlatmak için birkaç ay önce babanızdan on bin dolar borç almıştık, babanız bahsetti mi?” diye sordum. “Böyle bir şeyden haberimiz yok” dediler. Eşi “Benim de haberim yok” dedi. “Bu parayı size en kısa zamanda ödeyeceğiz -ailecek buna çok şaşırdılar ve duygulandılar, ne de olsa on bin dolar o günün şartlarında çok büyük bir paraydı – ancak anlaşmayı iptal konusunu unutun.” dedik. Oğlunun birisi “Olmaz öyle şey! Babam da zaten anlaşmayı bozmak istiyordu. Binanın şu anki değeri de vereceğiniz paranın iki katı. Ödediğiniz parayı geri vermek ve tapumuzu almak istiyoruz.” dedi. Onlara bunun hukuken de mümkün olmadığını söyledik. Çünkü birkaç gün önce tapu kadastroya tapunun durumunu sorduğumuzda oradaki görevli tapunun üzerinde ipotek olmadığını ve tapunun tamamen okula ait olduğunu söyledi. O gün tapuyu bize hazırlayan memur yanlışlıkla tapu üzerindeki ipotek kaldırılmıştır seçeneğini işaretlemişti. Bu durumda “Size hiçbir borcumuz yoktur.” deyip olayı kapatabilirdik. Tapuyla ilgili bu bilgiye de sahip olan oğulları şok olmuştu. Onlara endişe etmemelerini, kalan borcumuzu ödeyeceğimizi ve onları mağdur etmeyeceğimizi söyledik. Tapunun bu halinden haberi olan onların da artık söyleyecek bir sözü kalmamıştı ve kalan paralarını da alarak bu işi tatlılıkla sonlandırdılar.

Not1: Rektör bey ve eşi ailecek bizi çok severlerdi. Yer yer oturur saatlerce sohbet ederdik. Özel günlerinde bizi hep davet ederlerdi. Biz de onu programlarımıza davet ederdik. O yaz Türkiye’de yapacağım düğünüm için ona da davetiye vermiştim. “Müdür bey düğününe katılamam ancak evlenip geldiğinde düğün hediyesi olarak Mercedes marka makam arabamı sana düğün hediyesi olarak vereceğim.” demişti. Ben de teşekkür ederek şahsıma böyle bir şey alamayacağımı ancak okula hediye ederse onu okul için kullanabileceğimi söylemiştim.

Rektör bey de, “Gördüğüm kadarıyla arabaya ihtiyacı olan okul değil sensin. Senin araban yok ve okula dolmuşla gelip gidiyorsun. Eşin gelince size araba lazım olur, sen bunu kabul et. Ben zaten kendime yeni bir makam arabası alacağım.” demişti. Ben de ısrarla şahsıma böyle bir şeyi kabul edemeyeceğimi ancak evlenip geldikten sonra araba alacağım zaman eğer satarsa paramla alabileceğimi söylemiştim. Bunu da o kabul etmemişti. Evlenip gelince hediye olarak gerçekten arabanın anahtarını getirdi ama tabii ki kabul etmedim.

Rektör beyin yanında hizmetlerini gören yaşlı bir beyefendi vardı ve biz ona amca derdik. Onun kızının gözlerinde ciddi bir problem varmış. Bir gün bize kızının durumunu anlattı ve uzun zamandır bir çare bulamadıklarını söyledi. Biz de ilgileneceğimizi söyledik. Türkiye’deki sağlıkçı tanıdıkları aradık ve durumu anlattık. Sağ olsunlar yardımcı oldular ve İstanbul’da bir göz hastanesini ayarladılar. Amcanın kızını oraya gönderdik ve geçirilen başarılı bir ameliyat sonucu Allah’ın takdiriyle iki gözü de açıldı. Adamın sevincine diyecek yoktu. Şehre yakın bir yerde büyük bir arsası varmış, “Eğer bir gün kızımın gözleri açılırsa o arsayı vesile olana hediye edeceğim.” diye adak adamış. Adam tapuyu alıp geldi ve “Müdür bey bu arsayı sana hediye etmek istiyorum. Yıllar önce böyle bir adakta bulunmuştum. Buna siz vesile oldunuz; alın bu tapuyu gidip sizin adınıza geçirelim. Şu an başka da verilecek bir şeyim yok.” dedi. Ben de amcaya böyle bir şeyi kabul edemeyeceğimi, yaptığım bu yardımı insanlık namına, Allah rızası içim yaptığımı söyledim. Adam çok duygulandı ve sarılıp ağladı!

Tüm güçlüklere rağmen binbir çabayla açılan bu okulları kapatmaya çalışanlar ne kadar bahtsız ve lanetli; onlara bu konuda destek verenler de ne kadar talihsiz ve nâdândırlar.

Bahtiyar Vahapzade’ye “şaiir nasıl yetişir?” diye sorarlar. Cevap muhteşem; “en sevdiğini elinden alacaksın, benim vatanımı elimden aldılar.” der.

Hikaye yazarı nasıl olunur diyenlere bende Vahapzade’den mülhem aynı cevabı vermek istiyorum. “En sevdiğini elinden alacaksın.” Bizim de okullarımızı elimizden aldılar.

Her ne kadar şiir yazıyor ve hikaye formatında hatıralar anlatıyor olsam da. İşin doğrusunu; Necip Fazıl Kısakürek’in de söylediği gibi: Ben “ne şairim, ne fıkra muharriri! Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!”

[ Bu makale; Türkiye içinde ve yurt dışında (özellikle Orta Asya)’da bir çok okulun açılışına vesile olmuş ve bu uğurda; maddi, manevi ve cismani olarak sahip olduğu her şeyini Allah rızası doğrultusunda harcamış ve 1997’de ruhunun ufkuna yürümüş “Okul Adam” rahmetli Hacı Kemal Erimez ağabeye ithaf edilmiştir. ]

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy