Niyet insanı kurtarır mı? | Sorular ve Cevaplar

Yazar Hizmetten

SORU— Niyet insanı kurtarabilir mi?

CEVAP— İş, amel ve kararlılığa götüren niyet insanı kurtarabilir. Neticede azim ve gayrete inkılâp etmeyen bir niyet ise asla..

Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur demektir. Niyet üyesinde insan, nereye yöneldiğini, ne istediğini bilir ve yine onun sayesinde bir bulma ve elde etme şuuruna ulaşır.

İnsanın bütün fiillerinin esası niyet olduğu gibi, eğilimlerine göre, benim deyip sahip çıkacağı işlerin vesilesi de yine niyettir. Keza iradenin en sarsılmaz kaidesi ve insandaki inşa gücünün en metin temeli de hep niyettir. Hatta diyebiliriz ki; kâinatta ve insanın nefsinde herşey, hem başlangıç itibariyle, hem de devam itibariyle niyete bağlıdır. Ona dayandırmadan ne bir şeye varlık kazandırabilmek, ne de daha sonra onu devam ettirebilmek mümkün değildir.

Herşey, evvela, zihinde bir tasarı olarak belirir. İkinci bir teveccühle planlaştırılır ve daha sonra da azim ve kararlılıkla tahakkuk ettirilir. Bu ilk tasarı ve plan olmadan herhangi bir işe başlamak neticesiz olacağı gibi, irade ve azim görmeyen her tasarı ve plan da akim kalacaktır.

Niyetteki bu güç ve müessiriyete delalet edecek pek çok şey vardır. Ne var ki, çokları, yaşadıkları hayatın şuurunda olmadıkları için, bu güç ve müessiriyetten de haberleri yoktur.

Niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine bakan yönüyle de çok hayati ve muhteşemdir. Bu noktada o, ya bin- şifa vadiyle gelen bir iksir veya bütün iş ve davranışların semere ve neticelerini alıp götüren bir irfan ve bir kasırgadır. Nice küçük işler vardır ki, onun sayesinde büyür, bir da- ne iken bin-başak, bir damla iken derya olur. Ve nice dağ cesametinde himmet ve gayretler de vardır ki, onun yüzünden semeresiz ve (güdük) kalır.

Kulluk şuur ve idrakiyle yatıp kalkmalar, yerlere kapanmalar; aç, susuz durmalar ve meşru’ bir kısım arzu ve isteklerden uzaklaşmalar, insanın başım en yüce âlemlere ulaştırır ve sultan kılar, oysaki aynı hareketler ve daha binlercesi, bu idrakten uzak yerine getirildiği zaman ızdırab çekme ve yorulmadan başka birşeye vesile olmaz. Demek ki, yaratanı hoşnut etme yolunda insan, hem işlediği şeyler, hem de terk et- ettiği şeylerle yükseliyor ve “ahsen-i takvim”e (1) mazhar oluyor. Onun hoşnutluğu dışında ise, bin amel ve gayret hiçbir işe yaramıyor.

Niyet öyle bir mayedir ki, yok onunla var olup bin cilve gösterir; var gibi görünen şeyler de yine ondan ötürü ölü ve tesirsiz kalır.

Gazada, kanlı elbiseleri boynunda, ölüp de gayyaya yuvarlananlar az olmadığı gibi, dupduru niyeti saye sinde, yumuşak döşeklerde ölüp cennete gidenler de az değildir. Şerirler yaka-paça boğuşup yarınları aydınlatmak isteyen mertlerin ve saf niyetlilerin yanı başında, bu kavgayı şahsi çıkarları ve hasis menfaatleri için verenler de küçümsenmeyecek bir yeküne sahiptirler. Birinciler, arşiyeler çizerek yukarılara doğru yükselirken, ikinciler de baş aşağı yıkılıp tamuya gideceklerdir.

Niyet bu mahdut ve muvakkat dünya hayatında, sınırsızlığa kapı ve pencere açan esrarlı bir anahtar ve belli bir ömürde ebedi saadet veya şekavet vadeden müthiş bir dildir. Bu aleti güzel kullanan vazife-şinaslar, hayatlarında ölü ve muzlim bir nokta bırakmayacak şekilde dünyalarına nur serpip ebedi aydınlığa ve huzura erebilirler. Zira günlük, haftalık aylık vazifeler, samimiyetle eda edildikçe, o vazifeye terettüp eden fazilet ve sevap, sadece vazifenin eda edildiği zamana münhasır kalmayacak; bilakis bütün bir hayatın saniye ve dakikalarını içine alacak şekilde tesir ve şümulünü gösterecektir.

Cihada hazır bir asker fiilen cihatta bulunmadığı zamanlarda dahi, mücahitlerin hissesine düşen sevabı alacaktır. Kışlada nöbet saatinin gelmesini bekleyen bir er, nöbet bekliyor gibi, ayların ibadetine terettüp eden hasenatı elde edecektir.

İşte bu sırdandır ki, inanan insan, muvakkat bir hayatta ebedi saadet ve ölümsüzlüğe erdiği gibi, inkâr eden de ebedi şekavet ve talihsizliğe namzet olur. Yoksa zahiri adaletin iktizasına göre, herkes kendi ibadet ve fazileti kadar veya rezalet ve denaeti miktarınca lütuf ve ihsana: kahır ve azaba duçar olması uygun olur ki, o da, iyilerin cennetlerde, iyi insan olarak yaşadıkları süre kadar, kötülerin de cehennemde yine o miktar kalacaklarını ifade eder. Hâlbuki ebediyet hem kötüler için, hem de iyiler için kazanılmış en son durumdur ve ötesine hiçbir şey düşünmek mümkün değildir.

İşte böyle, hem bitmeyen bir saadet, hem de tükenip yok olmayan bir azap ve şekavet sadece insanın niyetinde aranmalıdır. Ebedi iman ve istikamet düşüncesi ebedi küfrün ve inhiraf düşüncesi de ebedi talihsizliği netice verecektir.

Son dakikalarında kalbi kulluk şuuruyla dolu bir insan, binlerce yıl ömrü olsa , düşünce dünyası istikametinde sarf edeceği için, o niyet ve o kararlılıkta bulunduğu için, niyeti aynen amel kabul edilerek, ona göre muameleye tabi tutulur. “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır”. Öyle de, son dakikalarını yaşayan bir inkârcı, o ilhad ve küfür düşünceleri içinde, geleceğin binlerce, yüz binlerce yılını karartma niyetinde olduğu için, niyetine göre cezaya çarptırılacaktır.

Demek oluyor ki, bu mevzuda esas olan onların yaşadıkları mahdut ve sınırlı hayatın vesileliğinden daha çok — aslında o mahdut hayatta yine o niyetin tezahüründen ibarettir— onların niyetleridir. Ebedi saadete iman ve onu kazanma —milyonlarca seneye vabeste olsa dahi— mümin ferde ebedi cenneti kazandırıyor aksi de kâfire cehennemi..

İnkârcı, isteyerek ve dileyerek içinde bocaladığı ebedi inkâr niyet ve düşüncesinin cezasını, ebedi bit azaba duçar olmakla çekeceği gibi bütün küfür ve taşkınlıklara sebebiyet veren şeytan dahi bağrında barındırdığı devamlı inkâr düşüncesinin ve o istikametteki gayretlerinin cezasını, devamlı azap olarak çekecektir.

Aslında, yaradılışının neticeleri itibariyle, şeytanın gördüğü bir hayli iş ve hizmetler de vardır: İnsanın bir kısım istidat ve kabiliyetlerinin inkişaf ettirilmesinde, beşerin fıtratında bulunan pek çok müspet madenin tasfiye görüp açığa çıkmasında; hatta kalb ve ruhun uyanık ve tetikte bulunmasında inkâr edilmeyecek kadar tesiri görülür şeytanın. –

O, fertlere ve cemaatlere musallat olur ve onların gönüllerini zehirli tohumlar saçarak, o gönülleri kötülüğün ve karanlığın yetiştirildiği tarlalar haline getirmeğe çalışır. Onun bu ifsat ve saptırma gayretlerine karşılık, bünyedeki manevi -duygular alarma geçer. Tıpkı, antibiyotiğe karşı vücudun teyakkuza geçmesi gibi.. Bu ise insan letaifınin gelişmesini, kuvvetlenmesini; hatta bu en can alıcı hasım karşısında sık sık Yaratana sığınmasını netice verir ki, bu da insanın kalbi ve ruhi hayatı adına, pek az bir zarar ihtimaline rağmen, pek çok şey kazanması demektir. Böyle manevi bir tesirle insanoğlunda mücadele azminin kamçılanması ve onun dikkate ve teyakkuza sevk edilmesi, ne saf madenlerin, ne som altın evliya ve asfiyanın büyük mücahitler ve kahraman gaziler olarak ortaya çıkmalarına vesile olmuştur.

Ne var ki, şeytanın bu güzide insanları, mücahede ve mücadeleye sevk edip, onlara büyük payeler kazandırmasına mukabil, kendisi için hiçbir mükâfat bahis mevzuu değildir. Çünkü o, yaptığı bu şeyleri, hak dostları yücelsin diye yapmıyor; bilakis, onları günahlara sokmak ve yıkmak için yapıyor.

Demek oluyor ki, şeytanın hem niyeti bozuk, hem de ameli. O başkalarına kazandırdığı yüceliklerle değil: kendi pisliğine, niyet ve davranışlarının fena olmasına göre muameleye tabi tutulacaktır.

Şeytanın niyeti bozuk ve davranışları fenadır. Bir kere isyanı şuurluca ve saptırması bilerektir. “—Ben sana secde ile emretmişken, seni, secde etmekten alıkoyan neydi? O (iblis) dedi: — Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın. Allah (c.c.) buyurdu: —İn oradan (cennetten), sana orada kibirlenmek gerekmez, çık, çünkü sen, hor ve bayağı kimselerdensin. İblis; — Bana ba’s olunacak güne kadar mühlet ver dedi. Allah da: —Sen mühlet verilenlerdensin buyurdu.” Bu ilk isyan ve baş kaldırma şuurluca bir cedel ve sonra da küfür yolunu seçmektir İnsanlığı baştan çıkaracağına dağ olan yeminleri ise, beşerin bitip tükenme bilmeyen dramının esasıdır.

Şeytanın bu kararlılık ve niyetinden ötürüdür ki, onun düşmanlığı sayesinde uyanan bir kısım duygular, sahibi için faziletlere götürücü olsa bile, şeytan ü gayretinden ötürü asla mükâfat alamayacaktır.

Netice olarak diyebiliriz ki, niyet, müminin hayatında herşeydir. Ferdin ölü davranışlarına canlılık kazandıran o olduğu gibi, onun bütün bir ömrünü (bin veren) bir tarla haline getiren de odur. Sınırlı dünya hayatında, ebedi saadete giden yolda bütün kapı ve pencereleri açan o olduğu gibi, ebedi talihsizliği ve ebedi hüsranı hazırlayan da odur.

Ameller niyetlere göredir muamelede amele göre cereyan edecektir.

(1) Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın herşeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratması. İnsanın en yüksek ve en güzel surette yaradılışı.

M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy