Ne diye ye’se düşeceğim? | Esra Kaya

Yazar Editör

 

Minibüsün kirli camından bakarken, “Ne bitmez yollar!” diye söylendi.
Söylenmek aslında pek âdeti değildi Ayşe’nin. Ufak tefek ve son derece narin
görüntüsünün aksine gayet dayanıklı ve sabırlı bir insandı. Ama öyle zamanlardan
geçiyordu ki bazen kendini fırtınalı denizde yolunu kaybeden küçücük bir sandal
gibi hissediyordu. Uykusuz gecelerin etkisiyle bedeni de iyice yorgun düşmüştü.
Hastane durağına gelince şöyle bir silkindi. Üstünü başını düzeltti. Yorulma
zamanı değil, diye düşündü. Yavaş adımlarla minibüsten indi ve yolun karşısına
geçti.

Nihayet devasa sağlık kompleksinin önüne varabilmişti. İrili ufaklı binaları,
kocaman bahçesi ve bahçedeki yüzlerce arabasıyla hastane, adeta bir girdaba
benziyordu. Elbette ki insanı girdap gibi yutan bir şehrin hastanesi de kendine
benzerdi. Bu şehir daha iki hafta önce eşini sessizce yutmuştu. Habersiz geçen üç
günün ardından karakoldan aramışlar, eşini gözaltına aldıklarını söylemişlerdi.
Lakin bu üç gün, gelin evi tazeliğinin buram buram her köşesinde soluklandığı
güzel yuvayı çöle çevirmeye yetmişti.
Eşinin Karakolda olduğunu öğrendikten sonra günlerce kapısında bekledi.

Eşi Hakkında bilgi vermedikleri gibi avukatıyla da görüştürmediler. Getirdiği
birkaç parça eşyayı kabul ettirene kadar akla karayı seçti. Yine o bekleyiş
günlerinden birinde başka bir mağdur yakınından gözaltındakilerin hemen
karşıdaki hastaneye her gün kontrole götürüldüklerini öğrendi.

Ayşe bunun üzerine hem karakol hem de hastane girişini gören bir bank buldu kendine. O
günden sonra her sabah köşedeki simitçiden tazecik bir simit ve içinde meyve
bulunmayan meyve sularından aldı ve gün boyu o banka oturup eşinin yolunu
gözledi. Lakin ne gelen vardı, ne giden… Bazen kendine, “Hadsiz bekleyişler
serüveni diye kitap yazsam yeridir.” diye acı acı söylenirdi. Hadsiz ve yalnız
bekleyişler… Eşinin anne ve babası çok yaşlı ve hastaydı. Kendi ailesi de
Anadolu’nun öbür ucunda oturuyordu. Bu nedenle, elinde hâlâ silinmemiş kınası,
karakol ve hastane kapısında hava kararana kadar yapayalnız beklemek düşmüştü
ona.

Birkaç gün sonra babası aradı. Hastanede çalışan bir köylüsüne ulaşmış.
Adam başta “Olmaz!” filan dese de, “En azından hastaneye gelip gelmediğini
öğrenirim.” demiş. Sonra da dahiliye polikliniğinde yattığını haber vermiş.

Haberi alınca hemen polikliniği bulmaya çalıştı. Karakol “Bizde!” diyordu, bu
adam hastanede yattığını söylüyordu. Ayşe’nin kafası karışmıştı. Binbir zorlukla
polikliniği buldu. Merdivenlerine yöneldi. Ama kendini iyi hissetmiyordu. Soğuk
soğuk terlemeye başladı. Damarlarından kan çekiliyordu sanki. Bacakları âdeta
onu taşımaktan vazgeçmişti. Yer çekimine yenik düşmemek için merdiven
korkuluklarını can havliyle tuttu. Ensesi zonklamaya başladı. Titreme sardı tüm
vücudunu. Ağırlaştığını hissetti. Dayanamadı. Düşmeye engel olamayacağını
anlayınca gözlerini kapattı.
Son anda bir el yakaladı onu bileğinden.
-Ayşe!

Tam düşeceği esnada poliklinik kapısından çıkan bir bayan onu tüm gücüyle
tutmuş ve kendine çekmişti. Arkadaşı Hale’ydi onu tutan kişi. Ayşe dördüncü
sınıftayken Hale birinci sınıf hemşirelik öğrencisiydi. Bir yıl beraber kalmışlardı.

Harika anılar biriktirmişlerdi. Ayşe’nin mezun olduğu gün ayrılacakları için çok
ağlamıştı Hale. Ümitlendi Ayşe. Tanıdık birini, hele Hale gibi candan bir arkadaşı
karşısında görmek dizlerine fer getirmişti.

Ama Hale bu karşılaşmadan pek memnun görünmüyordu. Ayşe’nin sararıp
solmuş yüzünden bunun rastgele bir ziyaret olmadığını tahmin etmişti. Çünkü
çalıştığı polikliniğe polisler her gün gözaltındakileri muayeneye getirirdi. İyice
tedirgin oldu Hale. Ayşe’nin arkadaşı olduğunun, hatta onunla aynı evde
kaldığının öğrenilmesi işini kaybetmesine neden olabilirdi. Buz gibi bir ifade
takındı yüzüne. Neredeyse bağırmaya varan bir ses tonuyla:

-Hanımefendi! Lütfen diğer kapıdan giriniz. Burası personel girişi…
Ayşe’nin başından aşağı kaynar sular döküldü. Gözleri doldu.
– Hale Hanım, bir sorun mu var?
Konuşan kişi, kıyafetinden hastane personeli olduğu anlaşılan genç bir
adamdı. Elinde sigarasıyla yanlarına geldi. Hale, Ayşe bir şey der korkusuyla
hemen atıldı.
– Hanımefendi, yanlış gelmiş. Ona yolu gösteriyordum.
-Tamam o zaman. Şu teröristlerin yapışkan akrabaları habire onları sorup
duruyor, kapıdan kovsak bacadan giriyorlar. Eğer böyle bir durum varsa bileyim.
Sonra Ayşe’ye döndü ve pis pis sırıtarak:

-Teröristsavar derler bana burada, dedi.
Hale:
-Hayır, hanımefendi gidiyor zaten, dedi ve Ayşe’ye eliyle diğer girişi işaret
etti.
Yaşadığı hayal kırıklığının tarifi yoktu. Hale’nin bakışındaki tiksintiyle karışık
nefret ifadesi ayrıca canını yakmıştı. Propagandalarla kurulan baskı düzeniyle
recmedilmek… Ondan da öte sevdiklerinin de bu taşlamaya iştirak etmesi…

Gözlerine dolan yaşlar yanaklarından süzülmeye başladı. Sessizce niyaza durdu:
“Allah’ım! Garibim, bîkesim, acizim. Sahibim sensin. Ne olur beni bırakma!”
O gün poliklinikten yine cevap alamadı Ayşe. Ama en azından eşinin nerede
olduğunu öğrenmişti. Ertesi sabah yeniden geldi. Uzaktan Hale’yi gördü. Yanına
gitmeye cesaret edemedi. Gün boyu düşündü: “Bir kere daha gidip sorsam…En
azından eşimin durumunu öğrensem…” Ama öte yandan gururu çok yaralanmıştı.

Ayrıca o işgüzar adam gerçekten Hale’nin başına iş açabilirdi. Ona zarar vermek
istemezdi. Bu gelgitler arasında akşam etti. Minibüse yöneldi. O esnada Hale’nin
işten çıktığını gördü. Ayşe bir ümit kırıntısı ararcasına yüzüne baktı arkadaşının.
Hale yine tedirgin olmuştu. Ama kaçırmadı bakışlarını. Hafifçe minibüse işaret
etti. Ayşe şaşırdı. Bunu beklemiyordu.

Etrafa baktı, evet Hale başkasına değil ona işaret etmişti. Arkasını döndü,
Hale’nin minibüse binmesini bekledi. Ardından doğal davranmaya çalışarak
Hale’nin arka tarafındaki ikili koltuklardan birine oturdu, pencereden dışarıyı
seyre koyuldu. Sakin davranmaya çalışıyor ama kalbi ağzından çıkacakmış gibi
atıyordu. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından Hale’nin sesiyle
kendine geldi:
-Müsait yerde!

Hale’den sonra birkaç yolcunun daha inmesini bekledi. Ardından onu takibe
başladı. Tren raylarına doğru yürüyordu Hale. Ayşe, yolun sonunda izbe bir alt
geçit olduğunu fark etti. Hale’yi takip ederek alt geçide girdi. Hafif bir ürperti
hissetti.

Duvarları tavana kadar grafiti yazılar ile kaplanmış alt geçidin kokusunun
ağırlığı nefesini kesti. Alt geçidin çıkışında Hale’yi, onu beklerken gördü. Elleri
ceplerinde Ayşe’ye yüzünü bile dönmeden konuştu Hale:
– Günlerdir hastane kapısında sabahın köründen gecelere kadar yapayalnız
bekledin. Boşa kürek çektiğini düşünmedin mi hiç?
Bu soru Ayşe’yi şaşırtmıştı. Hüzünlü bir tebessüm belirdi yüzünde:

-Hale… Hatırlıyor musun, o zamanlar her sıkılıp bunaldığımda söylediğim bir
söz vardı.
Hale evet anlamında başını salladı ve Ayşe’nin güçlükle duyabileceği bir sesle
mırıldandı:
– “Ne diye ye‘se düşeceğim? Ben Allah’a dayanmışım.”
Ayşe, derinliği sesine yansıyan duygularla:

-Hale, ben hâlâ aynı noktayım. Ben senin, gecelerce muhabbetler ettiğin,
beraber yemek, temizlik yaptığın, bazen omzuna yaslanıp saatlerce ağladığın
ablanım.
Gözlerini yere dikti Hale. En hararetli propagandalarla örülen o soğuk duvar,
samimi ve gerçek birkaç sözün çarpmasıyla yerle bir olmuştu işte.
– Eşini gördüm Ayşe Abla, sorgu esnasında ona çok eziyet etmişler. Bu
nedenle hastaneye kaldırılmış. O halde mahkemeye çıkaramayacakları için
iyileşmesini bekliyorlar. Ama endişelenme, durumu iyi. Ben de göz kulak olurum.

Yalnız ne olur, benimle iletişim kurma.
Hale, Ayşe’nin teşekkürüne fırsat bırakmadan kaçar adımlarla gitti. Ayşe de
bir süre Hale’nin gidişini izledi ve düşündü.
“Canım arkadaşım! Bütün kapıların yüzüme kapandığı bir anda, bütün
korkularına ve hakkımdaki onca olumsuz düşüncene rağmen Rabbim seni bana
bir gönül ferahlığı olarak gönderdi. Madem o zaman ne diye ye’se düşeceğim?”

Eşinin işkence görmüş olması ciğerini yakmıştı yakmasına ama, en azından
ondan bir haber almak ve Hale’nin ona yardımcı olacağını bilmek, Ayşe’yi
rahatlatmıştı. Günler süren ve kabusa dönen bir bekleyişin ardından biraz da olsa
dinlenebilmek için evinin yolunu tuttu.

Hizmetten | Esra Kaya.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy