Namazı huşû ve tâdil-i erkân ile kılmalıyız | Cemil Tokpınar

Yazar Editör

Nefis ve şeytan, kişinin namazını bir an önce kılıp diğer işleriyle meşgul olmasını ister. O kadar ki, aceleyle namazı kılıp tesbih ve duayı bile yapmadan işine gücüne koşan insan, büyük bir hazineyi kaybetmiş olur. Namaz kılmaya ayırdığımız zaman, yaşı­mıza, işimize, meşguliyetlerimize ve olgunluk seviyemize göre değişir. Ama mutlaka belirli bir seviyenin altına düşmemek gerekir.

Namazı hızlıca, baştan savma, ruhsuz ve anlamsız bir şekilde kılmamalıyız. Bu muhteşem ibadeti şanına yakışır bir şekilde, huşuyla, Allah’tan korkarak, acele etmeden, sure ve duaları yavaş yavaş okuyarak, her hareketin hakkını vererek kılmalıyız.

Müminlerin özelliklerinin sayıldığı Müminûn Suresinde bu konuda şöyle denir:

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazda huşû içindedirler.” (Mü’minûn:1-2)

Demek ki kurtuluşun ilk şartı, namazı huşuyla kılmaktır. Huşu, kaliteli bir namazın zirvesini anlatır.

Huşu, namazı vaktinde, aceleye getirmeden, kabul şartlarına uyarak, anlayarak, Allah’a saygı ve edeple kılmaktır.

Huşû konusunda en başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere İslâm bü­yük­le­rinin namaz kılışlarını öğrenmek ve ibret almak şarttır. Peygamberimizin (s.a.v.) her hâli gibi namaz kılışı da harikadır ve bize en büyük örnektir. O her namazında “ihsan” hâlindedir.

Peygamberimiz (s.a.v.), “İhsan nedir” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“İhsan, Rabbini görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.” (Müslim, c.1, s.157)

Buna göre ihsan, Allah tarafından görüldüğümüzü ve Onun huzurunda olduğumuzu hissederek dikkat ve şuurla namaz kılmaktır.

Bir sahabe, Resulüllahın namaz kılışını şöyle anlatır:

“Hazret-i Peygamber namaza başladığı zaman, çevresinde bulunanlar onun göğsünden, kaynayan buhar kazanının fokurtularına benzeyen bir fokurtu işitirlerdi.”

O öyle bir namaz kılardı ki, görenler şaşırırdı. Namazda iken bazen ayakta, rükûda ve secdede o kadar uzun dururdu ki, sanki vefat etti sanırlar, heyecanlanırlardı.

Efendimiz sure ve duaları tane tane okur, kıyamda iken kıraati uzatır, Fatiha’dan sonra bir sayfayla on beş sayfa arasında değişen uzunlukta Kur’an okuduğu olurdu. Tek başına kılarken ise daha fazla uzatır, bir rekâtta okuduğu miktar bazen yüz sayfayı aşardı.

SAHABELER BİZE ÖRNEKTİR

Yüce Efendimizi (s.a.v.) rehber edinen ashabının ve İslâm büyüklerinin namaz kılışı da çok muhteşemdir. Rivayetlerden öğrendiğimize göre, sabah namazlarında Hz. Osman (r.a.) 13 sayfa olan Yusuf Suresini, Hz. Ömer (r.a.) ise Yusuf Suresini ve 10 sayfa olan Hac Suresini okurmuş.

Elbette herkes her zaman uzun okuyamaz. Bilhassa çocukluğundan beri hızlı ve kısa okumaya alışmış kimselerin kendilerini eğitmeleri kolay değildir. Üstelik ülkemizde Kur’an’ın son on suresine “kısa sureler” demek gerekirken yanlış bir biçimde “namaz sureleri” olarak isimlendirilmiş, neredeyse herkes ömür boyu namazda bu sureleri okumakla yetinmiştir.

Alışkanlıkları düzeltmek, namazı güzelleştirmek ve daha uzun okumak kolay değildir. Ama herkes ne kadar okursa okusun daha dikkatli, yavaş ve anlayarak namaz kılabilir.

Abdullah İbn-i Mes’ud (r.a.) namaza kalktığında Allah korkusundan iki büklüm olur, namaz kılarken evdekilerin konuşmalarını bile duymazmış. Ev halkı, öbür odada kılmasını söylediğinde, şöyle dermiş:

“İstediğinizi konuşun. Vallahi ben namazda hiçbir şey duymuyorum.”

Hz. Ali Efendimizin (r.a.) namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrermiş. Sebebi sorulduğunda şöyle dermiş:

“Bilmez misiniz ki, bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu İlâhî emaneti en güzel bir şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum.”

Yine o muhteşem sahabenin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istediği anlatılır. Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yö­nelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurduğu belirtilir. Gerçekten de o namaz kılarken uzun bir ameliyatla ayağındaki ok çıkarılmış, namazı bitirince de, “Oku çıkardınız mı” diye sormuştur.

De­mek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçirmiş, dünya ile bağlantısını kesmiştir.

Aynı şekilde namazda iken maddî bir acı hissetmeyenlerden birisi de, evliya hanımlardan Rabia el- Adeviyye idi. Bir gün namaz kılarken gözüne bir kamış ucu girmiş, namazını kılıp selâm verinceye kadar hiçbir haberi olmamıştı. Selâm verince:

“Bir bakın gözüme saplanan nedir” diye bağırmış, saplanan kamışı güçlükle çıkarmışlardı.

ÜSTAD NAMAZI HUŞU İLE KILARDI

Hz. Ali’yi (r.a.) üstad kabul eden ve “ondan âlem-i mânâda ders aldığını” belirten Bedîüzzaman Hazretlerinin namaz kılması da çok enteresandı. O, namazı vakit girer girmez, bütün zerreleriyle, duygularıyla Allah’a teveccüh ederek kılardı.

Onun imandan anladığı, klâsik kalıpların dışında “canlı, hareketli, aksiyoner bir iman” olduğu gibi, namazdan anladığı da, alışılmış dua ve hareketleri ruhsuz tekrar etmek değildir. Onun dünyasında namaz, bir tevhid sembolü, bir varoluş gerekçesi, bir vazgeçilmezlik ülkesi, bütün zerrelerle Allah’a yönelişin bir ifadesi, Ona bütün yönleriyle boyun büküştür. Sanki bütün çabalar, Onun yüce huzurunda bir düğün ve bayramdan farksız olan o kudsî ve lezzetli ânı yaşamak içindir.

Onun eserlerinde işlediği iman âdeta ötelerden soluklar taşıyan bambaşka bir iman olduğu gibi, anlattığı namaz da toplumun geleneksel algıladığı anlamdan çok farklı bir namazdır.

O, hem anlattığı imanı yaşamış, hem de kast ettiği namazı kılmıştır. Onun hizmetkârlarından olan Bayram Yüksel’in şu anlattıkları, onun sanki bambaşka bir âleme girmiş gibi namaz kıldığını gösteriyor:

“Namazı çok huşû içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Na­maza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, Allahü ekber dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalâğa olmasın, ahşap bina sarsılırdı.”

Bir gün Üstadın yakın talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey hatıralarını anlatıyordu. Birkaç arkadaş nasıl namaz kıldığını sormuştuk. Sungur Ağabey de ayağa kalkıp Üstadın nasıl namaz kıldığını taklit etmiş ve şöyle demişti:

“Üstad namaza girmeden önce üç defa ‘Estağfirullah’, üç defa ‘İlâhî ya Rabbî’ der, namaza giriş tekbiri olan ‘Allahüekber’i söylediğinde ise bina hemen sarsılırdı.”

Yine onun ilk talebelerinden olan Molla Hamid Ekinci’nin anlattıkları da, onun kıldığı namazın “şekilden ibaret” namazın dışında bir namaz olduğunu gösteriyor:

“Arkasında kıldığım namazdan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehâbet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: ‘Namazın sonundaki tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.’ Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbîhat yapardı. ‘Sübha­nal­lah’ derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşû içinde kılana rastlamadım. ‘Lâ ilâhe illâllah’ diye tes­bi­ha­ta başladığı zaman, eğer yanında bir tarîkat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.”

Yine onu Denizli’de iken ziyaret eden Hilmi Arıcı ismindeki bir zat, onun namaz kılışını şöyle anlatıyor:

“Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra dua etti. Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah na­mazına yine çağırdı. Bu namazlarda bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.”

Onun eserlerinde bütün haşmetiyle anlattığı namaz, kendisinin kıldığı kemâl manadaki namazdır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o nasıl namaz kılmışsa öylece yazmış; nasıl yazmışsa o şekilde kılmıştır.

Namazda huşû bir anda olmaz. Zaman içinde mesafe alınır. Eğer geliştirmek ve derinleştirmek için gayret etmezsek, ilerlemek şöyle dursun, bugünkü namazlarımızı bile arar hâle geliriz. Ama gayret edersek her namazımız bir öncekinden daha güzel ve kaliteli olur. Bunun için ömür boyu çalışmak çırpınmak lâzımdır.

Rabbimiz hepimizin namazlarına huşû ve tâdil-i erkân ihsan eylesin.

 

Kaynak:Cemil Tokpınar | TR724

 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy