Soru: Müslümanların, “Mü’minler kardeştirler.”[1] âyet-i kerimesini, ruhuna uygun bir şekilde anlayabilmeleri ve İslâm kardeşliğinin devamlılığı için nasıl bir anlayış içinde olmaları lâzımdır?
Cevap: İslâm kardeşliği başlı başına bir mevzu olup özellikle günümüzde ehemmiyet arz eden hususlardandır. Sözlerimize bu mevzudaki isteklerimizi Rabbimize arz ile başlayalım: Allah, esbabını hâsıl ederek aramızda razı olacağı bir uhuvvet tesis buyursun! Çünkü Kur’an’dan öğreniyor ve inanıyoruz ki O, kalblerimizi telif etmedikten sonra biz asla bu işe muvaffak olamayız. Cenâb-ı Hak (celle celâluhu), kalblerin en büyük müellifi Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) için dahi, “Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin yine de onların kalblerini birleştiremezdin. Fakat Allah’tır ki, onların arasını telif buyurdu, onları birleştirdi.” buyurmaktadır.[2] Neye göre? Belki bu işin bir kısım basit şartları vardır. Belki içte bir niyet, belki başkalarının kusurlarına nazar-ı müsamaha, belki de mesleğin muhabbetiyle yaşayıp başkalarının hizmetlerini de alkışlama… İşte böyle basit bir şarta bazen Allah’ın büyük bir lütfu olabilir. Ancak kalbleri telif edenin Allah (celle celâluhu) olduğunda şüphe yoktur.
Günümüzde kardeşliğe çok ihtiyacımızın olduğunu hissediyor ve aramızdaki kardeşliğin pekişmesi lâzım geldiğine yürekten inanıyoruz. Ama hâdiselerin farklı cereyanı itibariyle de görüyoruz ki, çok defa mesele aksine cereyan etmekte, kardeşlik teessüs edeceği yerde, iftiraklar ve ihtilaflar olmaktadır. Bu durumun belki bir kısım sebepleri de vardır. Mü’minler, dış kaynaklı düşüncelerle ayrılığa düşmüştür; bu husus yeni de değildir. Bir fikir, mü’minler arasında farklı düşüncelerin vücut bulmasına, Mutezile mezhebi gibi farklı cereyanların meydana gelmesine ve Müşebbihe ve Muattıla vb. daha pek çok bâtıl mezhebin oluşmasına sebebiyet verdiği gibi günümüze kadar bir kısım ayrılıklara da sebep olmuştur. İçimizde Müslüman görünen pek çok insan vardır. Bunlar dışta ve içte çok mühim vazifelerle bu milletin kaderiyle oynamaktadırlar. İçteki ayrılıklarımızın büyük bir kısmı onlara ait olduğu/olabileceği gibi dışta itibarımızın sarsılması ve devletçe haysiyetimizin zedelenmesi de büyük bir nispette yine onların eliyle meydana gelmektedir. Tabi buna karşı devletçe çok şuurlu bir kısım tedbirlerin alınması icap etmektedir.
İkinci mesele, yaşadığımız ayrılıklarda bir büyük düşmanımız da Müslümanlık hakkındaki cehaletimizdir. İslamiyet tam manasıyla bilinse, insanlar farklı düşünseler de birbirleriyle mücadele etmez, birbirlerinin hizmetlerini engellemezler. Herkes mesleğinin muhabbetiyle yaşar, “Benim mesleğim hak.” der ama “Başkalarının mesleği, meşrebi yıkılsın gitsin!” deyip onları engellemeye çalışmaz. Dinin emirlerini yerine getirmeye çalışan bir profesöre, “Bu milletin en büyük düşmanı falanlar mı, filanlar mı?” diye sorduklarında o profesör, “Bu milletin en büyük düşmanı, cehalettir!” diyerek ibretlik bir cevap veriyor. Müslümanlar şuurlu olsa, Müslümanlığı tam olarak bilseler, bütün şer güçlere karşı daima dikkatli olurlar. Evet, bizim en büyük problemimiz, Müslümanlığı bilmeyişimizdir.
Beraber Cennet’e gireceğimiz –inşaallah- arkadaşımıza düşmanlık yapmanın hiçbir mânâsı yoktur. Sıratı beraber geçecek, Cemalullah’ı beraber müşâhede edeceğiz. Bugün birbirine düşmanca bakan kimseler, belki orada yan yana olacak ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Livâü’l-Hamd’i altında da beraber bulunacaklardır. Burada ise hasımlarımız müşterektir. Bu hasımlar bizi birbirimize düşürüp adeta lokmalar halinde yutmaktadırlar. Haddizatında karşımızda müşterek bir düşman vardır ve içimize iftirak tohumları atmaktadır. Düsturlarda ifade edildiği gibi[3] yaratıcımız bir, sahibimiz bir, mâbudumuz bir, râzıkımız bir, bir bir.. bine kadar bir bir. Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, bir bir.. yüze kadar bir bir. Sonra devletimiz bir, memleketimiz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar birler birliği, ittifakı, muhabbet ve kardeşliği gerektirirken ayrılığa düşme, Müslümanlığın irfanına ermiş, ilmini elde etmiş bir insanın yapacağı şey değildir. Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun!
Bununla beraber eğer yine de ayrılıklar olursa, bir taraf çok yumuşak olmalı, mü’minlerin kusurlarına nazar-ı müsamaha ile bakmalı, onların hizmetlerini alkışlamalı, kendi hizmet yolu ve metodu uğruna onları ve hizmetlerini karalamaya teşebbüs etmemelidir. Din-i Mübin-i İslâm’a hizmet eden herkesin hizmeti takdire şâyandır ve herkes, hizmetinin neticesi ile inşâallah Cennet’e girecektir.
Evet, bir kesim, herkese karşı müsamahalı olmalıdır. Karşı taraftan bir kısım hamlıklar, kabaca davranışlar olabilir. Ama bunları hoşgörü ile karşılamalı ve affedici olup bu tavırlarını, meseleyi anlayamadıklarına vermelidir. Hatalarını anlayıp da bir gün geri gelme düşüncesi içlerine doğarsa –inşâallah– aradaki mesafenin çok açılmadığını görmelidirler.
Bugün böyle ayrı parkurlarda koşmak, ayrı istidatların inkişafına vesile olması bakımından hem uygun hem de hikmetlidir. Yarın, ayrı ayrı güzellikler kazanan bu parkurlar bir araya gelecek, büyük bir şehrâh meydana getirecektir.
[1] Hucurât sûresi, 49/10.
[2] Enfâl sûresi, 8/63.
[3] Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, 22. Mektub, 1. Mebhas.
Kaynak: Bahar Neşidesi / M.Fethullah Gülen