850
Soru: Ademoğlunda maddi ve manevi olmak üzere iki kalptan bahsediliyor. Bu kalpler arasında nasıl bir bağlantı vardır? (Şeyma S.)
İnsanın biyolojik yapısında en hayatî organ kalptir. Çünkü o, temiz kanı vücuda pompalar ve vücutta kirlenmiş olan kirli kanın temizlenmesi için onu geri çeker.
Ayrıca insanın şuur merkezi beyin olmakla, insanda beyin ölümü gerçekleşse bile kalp çalışmaya devam edebilir. Yani nihaî manada ölüm kalbin artık çalışmaz hale gelmesidir. O bakımdan kalp, vücudun biyolojik hayatiyeti demektir.
Nasıl ki sol göğsümüzün altında bulunan biyolojik kalp vücudumuzun hayatiyetinin adıdır; bunun dışında bir de insanın manevî hayatının dinamiği ve hatta adı olan Rabbânî bir lâtife olan bir kalbimiz daha var.
İki kalp arasında böyle bir münasebet bulunduğu, yani biri biyolojik veya maddî hayatın, diğer manevî hayatın merkezi, dinamiği ve zembereği olduğu içindir ki, ikisi de dilimizde ‘kalp’ olarak anılır.
Modern bilim öğrenmenin merkezi olarak beyni kabul etse bile geleneksel yaklaşımda beynin gayr-ı maddî boyutu olan dimağ veya zihin de kalbin bir boyutu olup zihne ait fakülteler, kalbe ait fakülteler olarak bilinir. Bu çerçevede olmak üzere kalp yalnızca inanıp inanmamanın değil, hislerin, öğrenmenin, akıl ve irade gücünün de merkezidir.
Kalp, biyolojik kalbin melekûtî boyutu, aynı zamanda az önce ifade edildiği gibi şuur, idrak, hissetme, akıl ve irade gücünün de merkezidir. Ehl-i Tasavvuf ona “hakikat-ı insaniye”, filozoflar “nefs-i nâtıka (konuşan nefis)” demişler ve bu tabiri insan için de kullanmışlardır.
Hocaefendi’nin ifadeleriyle, insanın asıl hakikati bu kalptir. Onun bu manevî boyutu, kalbin fonksiyonları itibariyle insana “âlim, ârif, müdrik (idrak eden)” denir. Ruh, kalbin esası ve bâtını; kalp, rûhun, denebilir ki gözü; basiret, kendi dünyasında onun bakışı; irade iç dinamizmi; biyolojik ruh da (can-nefis) bineğidir.
Allah’a muhatap olan, sorumluluklar yüklenen, mükâfat veya cezaya muhatap olan, hidayetle kanatlanan veya dalâlete yuvarlanan, aziz veya hor görülen ve İlâhî marifetin parlak aynası olan hep bu lâtife, yani kalptir.
Kur’an’da, dinî ilimlerde, ahlâkta, edebiyatta, tasavvuf’a kalp dendiği zaman kastedilen kalp budur. İman, Allah marifeti, Allah muhabbeti ve zevk-i rûhanî de yine kalple alâkalıdır ve kalbin varlığının en temel hedefleridir.
Allah (c.c.), “Allah, suretlerinize değil kalbinize bakar.” (Müslim, “Birr” 33) hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi insana kalbiyle bakar; ona kalbine göre muamelede bulunur. Çünkü akıl, marifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve kurbet (Allah’a yakınlık) gibi insan için çok hayatî hususların merkezi kalptir.
Kalp, canlı ise bu duygular da canlıdır; kalp, hasta veya sarkıksa, bu duyguların da tam canlığından bahsetmek mümkün olmaz.
Bundandır ki yine bir hadis-i şerifte “Bakın, bedende bir çiğnem et vardır ki, o sıhhatli olunca bütün beden de sağlam olur; o fesada yüz tutunca da bütün beden bozulur gider. Dikkat! İşte o kalptir.” (Buharî, İman, 39) buyrulur ve biyolojik kalp ile veya onun üzerinden melekûtî boyutu olan manevî kalbe dikkat çekilir.
Yine “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalbimizi eğriltme!” (A l-i İmran Sûresi, 3/8) âyeti ve “Allah’ım, ey kalbleri evirip çeviren! Kalbimi Din’in üzerinde sabit tut; Din’inle sabitleyip perçinle!” (Tirmizî, Kader, 7) hadis-i şerifi de, aynı gerçeğe parmak basar.
Nasıl ki biyolojik kalbin sektesi, durması, çalışmaz olması insanın maddî ölümüne sebepse, manevî kalbin sektesi, mühürlenmesi de manevî ölüm demektir. Artık imanın kendisine hiç yer bulmadığı, bulması da mümkün görünmeyen, hariçteki bütün delilleri göz görmese, kulak vahye tıkalı olsa da Cenab-ı Allah’ı en derinden hisseden vicdan mekanizmasının da bütün bütün çürüdüğü bir kalp, artık mühürlenmiş ve ölü kalb demektir.
Kâinatın ve vahyin sesine tamamen kapalı hale gelmiş bir kulak da yine mühürlenmiş bir kulak, kâinattaki ve uzvu bulunduğu vücuddaki bütün delillere kapanmış bir göz de bütünüyle perdelenmiş bir gözdür.
Allah muhafaza, bir insanda göz Allah’ın sayısız ayetlerine karşı böyle perdelenmiş, hatta bu âyetleri başka türlü görür olmuş, kulak vahyin ve kâinatın sesine bütün bütün sağır kesilmiş ve kalp de sekteye uğramış ve işlemez hale gelmişse, artık bu insana uyarı, hatırlatma ve tebliğin fayda vermesi adeta mümkün değildir.