ŞEMSİNUR ÖZDEMİR – LONDRA
Kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine dikkat çekmek, toplumda kadınların yaşadığı hak ihlallerine karşı farkındalığı artırmak için önemli bir fırsat 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü. 5 Mart Cumartesi günü biz de bir grup arkadaşla Londra’da İnternational Womens Day yürüyüşüne katıldık. Aslında etkinliği Million Women Rise hareketi ile Human Rights Solidarity platformu birlikte organize ediyordu.
Londra merkezde Charing Cross polis karakolunda buluştuğumuz farklı ırk ve dillere sahip yüzlerce hemcinsimizle birlikte öğlen saatlerinde yürümeye başladık. Soğuk havaya ve arada çiseleyen yağmura rağmen.. Ellerimizde kadın cinayetlerine, şiddete ve kadın haklarına dikkat çeken pankartlar.. davullar, ziller, sloganlar eşliğinde.. Westminster sarayı, parlamento binası, Big Ban gibi tarihi mekanlardan geçip Thames nehri kıyısında Birleşik Krallık’ın polis teşkilatı Scotland Yard’ın önünde durduk. Çünkü, protestonun hedeflerinden biri de güvenliği sağlamakla sorumlu kuruluşlara kadınların sesini duyurmak ve polisin kadınlara verdiği zarara dikkat çekmekti.
Yürüyüş sırasında Human Rights Solidarity ekibinin taşıdığı maket, etkinliğin en çok dikkat çeken unsuruydu. Demir parmaklıklar arasında duran bir erkek mankenin bütün vücudu erkeklerin katlettiği veya zarar verdiği kadın ve çocukların haberlerini anlatan kupürlerle kaplanmıştı. Bununla, suçlu kişilerin cezasız kalmaması gerektiği mesajı veriliyordu. Maket etkinliği takip eden bir çok kişi ile uluslararası yayın yapan medya temsicilerinin de dikkatini çekti. BBC, Guardian, Independent gibi medya kuruluşları etkinliğin haberini verirken maket fotoğraflarını da yayınladı.
Yürüyüş esnasında en çok dikkatimi çeken ise, güvenlik görevlilerinin ve polislerin azami nezaket içinde işlerini yapmalarıydı. “Başıma bir şey gelir mi” diye korkmadan bir eyleme katılmak, temel insan hakkı olan düşünce ve ifade özgürlüğünü kimseden çekinmeden kullanmak, demokrat bir toplumda yaşadığın hissetmek.. gerçekten çok kıymetli bir tecrübeydi. Ayrıca, ırk, din, dil, renk farklılıklarına bakılmaksızın sadece ‘insan’ ve ‘kadın’ ortak kimliğinde buluşmak çok değerliydi.
Son birkaç yılda bilhassa batı ülkelerine göçmek zorunda kalan “muhacirler” olarak, yaşadığımız topluma aidiyet hissetmek, “entegre” olmak, sorun değil çözüm üreten bireyler olmak ve değer görmek için de bu tarz faaliyetlere katılmanın gerekli olduğuna inanıyorum. Bu ülkede yaşıyorum, bu insanlarla muhatabım, bu yollarda ben de yürüyorum, benim çocuklarım da burada büyüyor. Varsa bir bozukluk bunu düzeltmek adına ben de sorumluyum. “Yoldaki taşı kenara koymak kadar bile olsa” sorunlara çözüm aramak zorundayım..
Bugün o soğuk havada, elimde “women rights are human rights” yazılı pankartla, kısılmış sesimle yürürken, mülteciliğimi, muhacirliğimi, öz vatanımda devlet şiddetine uğrayışımı, halen cezaevlerinde veya karakollarda haksızca özgürlüğünden mahrum edilen “kız kardeşlerimi” düşündüm.. Sadece erkek ve polis şiddetine değil, zulmün, kötülüğün, zorbalığın her türlüsüne bir kere daha “hayır” dedim. Sesim oralara kadar ulaşır mı bilmem ama en kalbi dualarımı gönderdim bütün sıkıntıda olan hemcinslerime.
Sloganlarımızdan biri de “No Justice No Peace” “Adalet yoksa barış da yoktur” sözüydü. Barış için, adalet için, özgürlükler için sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.