İbn-i Selûl | Reşit Haylamaz

Yazar Editör

Zaman zaman, “Verilen örnekler hep Mekkeli müşrikler; halbuki…” diye başlayan bazı serzenişlerle karşılaşıyorum.

Söylenilenler doğru da olabilir.

Bugünden itibaren Medîne’den, hatta Mescid-i Nebevî’nin göbeğine kurulu örneklerden bahisler açacak ve görüntüsüyle realitesi çelişen insanlarla Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) münasebetlerine mercek tutmaya çalışacağım.

Onları ne zaman fark etti?

Etiketleyerek ötekileştirdi ve toplumdan tecrid mi etti?

Araya mesafe koyup ilişkileri sonlandırdı mı?

Yaptıklarını yüzüne vurup cezalandırdığı oldu mu?

Yoksa, bildiğimiz bütün ezberleri bozan bir başka yol mu takip etti?

Sahi, başta İbn-i Selûl olmak üzere münafıklar ortalığı kaynattığı demlerde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl bir duruş sergiledi ve bu duruşun sonucu, semeresi ne oldu?

Bugünleri anlamak ve problemler sarmalının içinden sıyrılabilmek için bizim adımıza da bu Nebevî duruşun ifade ettiği çok şey var.

Zira, sûret-i haktan gözüktüğü halde Kur’ân ve Sünnet’le bağdaşmayan uygulamalar bugün de söz konusu; o kadar maharet kesbedilmiş ki bu, Kur’ân ve Sünnet ambalajına sarılarak sahneye konulabiliyor!

En iyisi, gündemin sıcaklığını bırakıp Asr-ı Saâdet’e gidelim ve işe, nifakın baş aktöründen başlayalım:

Çevirdiği dolaplar hayatını gölgelemiş bir isim, İbn-i Selûl. Ne kadar zorlasanız da kaynaklarda üç beş bilginin ötesinde malumata ulaşamıyorsunuz.

Kendisine “Selûl’ün oğlu” manasında İbn-i Selûl denilmiş ama babasının ismi Selûl değil; Übeyy İbn-i Mâlik.

Selûl, Huzâa kabilesine mensup bir kadının adı; babaannesi oluyor.

Çocukluk yılları ve ailesiyle ilgili bilgi bunlardan ibaret.

Muhtemelen babaannesinin yanında büyüdüğü için ona izafe edilmiş.

Başka bir ifadeyle, kadının adının bile anılmadığı bir toplumda babası, babaannesinin gölgesinde kalmış!

O günkü evlilikler, ailelerin çocuk sayısı ve toplumun bunlara bakışı nazara alındığında kavgalı ve karışık bir ortamda büyüdüğünü tahmin etmek zor değil. Hırslarının, beklentilerinin ardında, muhtemelen bu kargaşanın tesiri var.

Bu yönüyle İbn-i Selûl, karakter ve şahsiyet fukarası Ebû Cehil’e çok benziyor!

Hem, tanışıyorlar! Zaman zaman görüşüp konuşuyor, fikir alışverişinde bulunuyorlar!

Başka birliktelikleri de var; birisi, câriyelerini fuhşa zorlayıp elde edeceği üç kuruşa tamah edecek kadar düşkün, öbürü yapacağı yardım karşılığı Yesrib kadınlarını kendisine helal görecek kadar alçak!

Hangisinin heybesinde boza hangisinde şıra yüklü belli değil!

Câriyeleri sermaye olarak kullanmak, Câhiliyye’den kalma bir kara leke idi ve görünürde Müslüman olmasına rağmen İbn-i Selûl, Muâze, Müseyke, Ümeyme, Amra, Ervâ ve Kuteyle nâm câriyelerini bu iş için kullanmak istiyordu ki onlar, bir şekilde seslerini Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ulaştırdı ve İbn-i Selûl’ün bu anlamsız dayatmalarını şikâyet ettiler. Cevabı, semalar ötesinden geldi (Nûr Sûresi, 24/33) ve insan onurunu ayaklar altına alan bu uygulamaya kalıcı bir şekilde son verildi.

Bundan da rahatsız olmuştu; “Bu meselenin gerekçesini kim Muhammed’e sorar?” diyor ve “Artık cariyelerimize de el koymaya başladı!” tepkisini verebiliyordu!

Savaş mevsiminin kapıya dayandığı demlerden birisinde Evs kabilesine mensup bir heyet, umre görüntüsüyle Mekke’ye gelmiş ve hasımlarına karşı Kureyş’ten yardım istemişti. Konuştu ama anlaşamadılar.

Bu sırada aralarında Ebû Cehil yoktu ve haberi olunca Kureyş’i devre dışı bırakarak aynı heyetle yalnız görüşmek istedi. “İstediğiniz yardımı yaparız, amma..” diyordu. “Bizim kadınlarımız çarşı pazarda herkese açık halde dururlar; kimin kimde muradı varsa o onunla istediğini yapar! Şayet, bizim kadınlarımız gibi sizin kadınlarınızın da bize aynı şeyi yapmalarına razı iseniz, sizinle anlaşırız; yoksa, sizinle anlaşma falan yapamayız!”

Al birini, vur ötekine!

Nasıl da yakışıyorlar?

Canı tatlı, İbn-i Selûl’ün ve Yesrib’de yaşanan kavgaların içinde hiç olmamış veya hep uzaktan bakmayı tercih etmiş. Ancak bunu bir argüman olarak kullanmasını da iyi bilmiş. Hedefi belli; iki tarafın da itimadını kazanmaya odaklanmış.

Başarmış da!

Hicret öncesi ortamda Yesrib, 120 yıldır kavgalı Evs ve Hazrec’in ittifakıyla İbn-i Selûl’e taç giydirmeye hazırlanıyormuş ki Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hicreti söz konusu olmuş.

Yani, tam da koltuğa uzanmak üzereyken hevesi kursağında kalmış!

Bu yönüyle de bir benzeşme var; hevesi kursağında olan bir diğer isim de koltuk sevdalısı Ebû Cehil; Ebû Tâlib’i indirip Mekke koltuğuna yerleşme hayalleri kurarken risâlet gelmiş!

İkisi de aynı körlüğü yaşıyor!

Ne de olsa, menfaat üzerinde cereyan eden siyaset kör; hem de yanındaki Şeytan’ı bile melek görecek kadar!

İlk işareti, Akabe bey’atlarından sonra vermiş. Ebû Cehiller sorunca haberi olmuş gelişmelerden ve “Ben bilmiyorum!” demiş. “Vallahi, böyle bir şey olması imkânsız; çünkü bu gibi meselelerde kavmim bana sormadan adım atmaz!”

Sanki herkesin beynini ipotek almış ve kendinden ne kadar da emin!

Gerçekleşen hicretle birlikte kin ve nefreti daha da artmış; elinden kaydığını gördüğü koltuğu karşısında kabardıkça kabarmış, büyük bir hazım problemi yaşamış.

Yanına uğradığı günlerden birisinde Allah Resûlü’ne de (sallallahu aleyhi ve sellem) tepki göstermiş; Allah’ın en sevgili kuluna karşı tavır almış ve “Seni kim davet etti ise git onun evinde kal!” diyebilmiş!

Üstelik bu ne ilk ne de son!

Benzeri bir küstahlığının ardından durumu Hazrec’in liderine açan Fahr-i Âlem’e (sallallahu aleyhi ve sellem) Sa’d İbn-i Ubâde (radıyallahu anh) o gün şunları söylüyor:

“Yine de sen ona yumuşak davran yâ Resûlallah! Çünkü biz, neredeyse ona taç giydirmek, liderimiz ilan etmek üzereydik ki Allah (celle celâlühû) seni bize gönderdi. Allah’a yemin olsun ki İbn-i Selûl, yitirdiği krallığının müsebbibi olarak seni görüyor!”

Demek ki herkes farkında.

Ne var ki büyüklük taslama ve kibrin beslediği, kin ve nefrete dönüşen hasedin yapmayacağı kötülük yok!

Kötülüğün en büyüğü de kendine…

Kuru bir koltuk sevdasına ne güneşler batmış!

Üstelik, kasvet dolu bataklıklar, bu sevdanın kara sevdalılarıyla dolu.

Kaynak: Reşit Haylamaz | TR724

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy