Hikmet Parıltıları veya Felsefenin Bencesi

Cumhura muhafelet hatadır. Ancak cumhur, cumhur olduğu zaman bu hüküm doğru ise de, aksine, muvafakat hatadır. Mühendislerin bir hasta hakkındaki görüşlerine muhalefet eden hata etmiş sayılmayacağı gibi, inşaat hesaplarında doktorların görüşlerini almamak da hata sayılmaz.

Âcizlik, sadece kuvvetsizlik ve iktidarsızlık demek değildir. Nice kuvvetli ve istidatlı kimseler vardır ki, değerlendirilip istifade edilmediğinden, âciz konumundadırlar.

Işığı kendinden olanların ziyaları zulmetlerle söndürülemediği gibi, bir başka ziya ile de mağlup edilemez. Böyle bir ışık kaynağı, tabiî ömrü içinde her şeye rağmen par par yanar ve aydınlatır.

Akıl, imanla kendini bezeyemeyenler için iz’aç edici bir alettir.

Sadece görüp öyle yapan, bilip yapan kadar muvaffak olamadığı gibi, bilip yapan da, vicdanında duyup yapan kadar muvaffak olamaz.

Yalnız parasızlık değil, ilimsizlik, düşüncesizlik, hünersizlik de birer fakirliktir. Bu itibarla, ilimsiz, fikirsiz, hünersiz zenginler de bir çeşit fakir sayılırlar.

Bazen gözlükler gözün ve her zaman göz aklın, akıl basiretin, basiret vicdanın, vicdan da ruhun müşâhede menfezi ve görme vasıtasıdır.

Tımarhanede en acınacak olan insan, akıllı insandır. Deli bizim içimize girse, acınacak hâle gelir. Herkes deli ama, cinnet keyfiyeti farklı.

Ä°nsanlık bir ağaçtır; milletler de onun dalları.. şiddetli rüzgârlara benzeyen hâdiseler, şiddetleri ölçüsünde onları birbirine vurdurur ve çarpıştırır. Tabiî, zararı da ağaç çeker. “Herkes, ne ederse kendisine eder”in mânâsı da bu olsa gerek.

Geceler, insanın inkişâf edip gelişmesine ve insanlığın mutluluk ve saadetinin hazırlanmasına açılmış meydanlar gibidir. Yüksek fikir ve yüksek eserler, hep o karanlık döl yatağında gelişmiş ve insanlığın istifadesine arz edilmişlerdir.

Hemen her zaman gökler ötesi yolculuğa çağrılanlar, seher vakti yollara dökülenler arasından seçilmiştir.

Mide, hazm olunmayan ve işe yaramayan gıdaları dışarı atar, sonra da onların yüzüne tükürür. Faydasız insanlara da zaman ve tarih aynı şeyi yapar.

Pas, demirin; kurşun, elmasın; sefahet de, ruhun düşmanıdır. Bugün olmasa da yarın mutlaka, onu çürütür ve mahveder.

Her sarı, altın; her parlayan, ışık; her akan, su değildir…

Her sel, vücuduna ehemmiyet verilmeyen minik damlacıklardan meydana gelir ve mukavemet edilemeyecek bir seviyeye ulaşır. Toplumların bünyeleri de, her zaman bu türlü sellere açıktır; bazen olur ki bu seller, önlerinde “set” olmak isteyenleri de sürükler-götürür.

Görgüsüzlere ilim ve hakikat anlatmak, delilerle uğraşmak kadar zor olsa da, irşad erleri bu vazifeyi seve seve yapmalıdırlar.

Belanın en tehlikelisi, yüze gülerek gelenidir.

Çıplak hakikatleri herkes aynı seviyede anlayamadığından, tecrit yolu terkedilerek, teşhis ve temsil yolu seçilmiştir.

Şikayet, hep zamandan ve mekândan olur. Oysaki, asıl mücrim cehalettir. Zaman ve felek masum; insan ise, çok nankör ve çok câhildir.

Vatan, orman değil, bir bahçedir. Onun tanziminde meyveli fidanların ve çiçeklerin çoğaltılmasına ihtiyaç vardır.

Bahçeyi ayrık otlarının işgaline terkedip, sonra da, “Ah felek!” deyip şikayette bulunana bilmem ki ne demeli..!?

Nice güneşli, çimenli, çiçekli, pırıl pırıl yollar vardır ki, gider, öldüren çöllere ulaşır. Ve nice dikenli sarp patikalar da vardır ki, gider, Sırat’ın Cennet yakasıyla kavşaklaşır.

En büyük hikmetlerden biri, “Ä°nsan, dilinin altında saklıdır.” sözü olsa gerek… Bence, bundan daha büyüğü de, “Dost istersen, Allah yeter; arkadaş istersen, Kur’ân” sözüdür.

Ä°nsanlar, idraki ve idrak olunanı bilirler ama, idrak edeni bilemezler. Bilen ruhtur, akıl vasıta; gören ruhtur, göz vasıta…

Hareket, aklî veya tabiî sâikler neticesinde meydana geliyorsa hayvânî; irâdî ve vicdânî sâiklere dayanıyorsa, o zaman da ruhî ve insânîdir.

Yokluk, korkunç bir hiçtir. Hiçlik, öyle sonsuz ve başdöndürücü bir sahadır ki, onda varlığı gösterir bir zerre bile bulmak mümkün değildir.

Şimdi dindara “mutaassıp” diyorlar. Taassup, bâtılda asabiyet gösterip, körü körüne ısrar etmektir. Hakta ısrar bir fazilettir ve mü’minin bu davranışı da kat’iyen taassup değildir.

İlâhî vâridâta dayanmayan felsefe, düşüncenin falsosudur.

Gerçek felsefe, ancak ve ancak Allah’ın insanı hikmete uyarması ile meydana gelen bir ruh ve düşünce çilesidir.

İlgili Yazılar

Bize Yapılanlar ve Yapmamız Gerekenler

Peygamber Gönderilmeyen Bölgelerdeki Yaşayanları Mes’ul Tutmak Nasıl Hak ve Adâlet Olur?

Bir tabii afette ölenlerin hepsinin eceli birden mi gelmiştir?

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Gizlilik Bildirimi