Haber Hicret, Diyalog ve Asimilasyon Mizan29/11/20190402 Görüntüleme Bugün, dünyanın deÄiÅik yerlerine hicret edenler, tabiatıyla farklı dinlere ve ideolojilere mensup kimselerle çeÅitli münasebetler içinde olacak; arkadaÅlık, dostluk, komÅuluk, ticarî ortaklık ve belki evliliklerle akrabalık iliÅkileri de kuracaktır. Bunlar, artık o ülkede yaÅamanın beraberinde getirdiÄi kaçınılmaz, sosyal bir sonuçtur. Bu durum sadece bugüne has da deÄildir. Allah Resûlü, Medineâye hicret ettiÄinde Müslümanlar orada azınlıktı. Nüfusun büyük bir çoÄunluÄu Yahudi ve putperestti. Efendimiz ve ashabı onlarla insanî münasebetler kuruyor; onlarla konuÅuyor, görüÅüyor, alıÅveriÅ yapıyor, komÅuluk iliÅkileri geliÅtiriyor, yeri geldiÄinde borç bile alıyor ve bunda bir mahzur da görmüyordu. Onların farklı inanç ve yaÅantılarından korkmuyor bilakis birlikte yaÅayabilecekleri mesajını veriyor hatta bunu âMedine Vesikasıâ ile hukuki bir metne bile dönüÅtürüyordu. Dolayısıyla hicret yurdunda problem, farklı inanç ve kültürler deÄildir. Esas mesele Müslümanların milli ve manevî deÄerlerini, dinlerini bilmemeleri, öÄrenmemeleri ya da bildiklerini yaÅamamalarıdır. Müâminler, Medineâye hicret ettiklerinde sadece yaÅadıkları mekân deÄiÅmiÅti. Daha hür ve özgür bir ortama kavuÅmuÅlardı. Ä°nanç ve hayatlarında, duygu ve düÅüncelerinde, hak ve adalet anlayıÅlarında bir deÄiÅiklik olmamıÅtı. Zaman içinde inen ibadet, ahlak ve muamelata dair ahkamı da öÄreniyor, büyük bir heyecanla yaÅıyor ve çevreleriyle de paylaÅıyorlardı. Azınlık olma psikolojisine kapılıp kendi inançlarını açıkça yaÅamaktan çekinmedikleri gibi baÅkalarının farklı inanç ve deÄerlerine karÅı da bir rahatsızlık duymamıŠbilakis onları kendi konumlarında kabul ederek iliÅkilerini sürdürmüÅlerdi. Bu çerçevede Allah Resûlü, Medineâye hicret ettikten sonra Yahudilerle görüÅtüÄünde onlara, kendilerine gönderilen Peygamberlere ve indirilen kitaplara iman ettiÄini özellikle belirtti. Zira Kurâânâın bu konudaki beyanları açıktı: âSana indirilene ve Senden önce indirilene iman ederler ve ahirete de kesin olarak inanırlar.âHatta getirdiÄi dinin bidâat bir din olmadıÄını,Kendisinden önce gönderilen kitapları tasdik edici ve koruyucu olarak geldiÄini ve bunun için bütün peygamberlerle aynı çizgide vazifelendirildiÄini belirterek onları destek olmaya çaÄırdı. Yine namazlarında onların da kıblesi olan Mescid-i Aksaâya doÄru yöneldi ve kıble birlikteliÄi üzerinden de Ä°slâmâın getirdiÄi deÄerleri ruhlarına duyurmaya çalıÅtı. Allah Resûlüânün, hicretin daha ilk gününde Kubaâda görüÅtüÄü isimlerin baÅında, Yahudilerin en büyük ve saygın alimi Abdullah Ä°bn-i Selâm da vardı. Bu bilgin zat, Efendimizâi bir miktar dinlemiÅ ve âVallahi bu yüzde yalan olamaz!â diyerek Müslüman olmuÅtu. Onun Ä°slamâa girmesiyle birlikte yanında bulunan Saâlebe Ä°bn-i Saâye, Esed/Ãseyd İbn-i Saâye ve Esed Ä°bn-i Ubeyd ve bazı Yahudiler de Müslüman olmuÅlardı. Bazıları da âOâna bizim Åerlilerimiz iman etti. Zira onlar hayırlı olsalardı atalarının dinini bırakmazlardı.â diyerek onların bu tercihlerini kınadı. Bunun üzerine kıyamete kadar Müslümanlara, ehl-i kitaba bakıÅta temel bir kriter veren Åu ayet nazil oldu: âOnların (Ehl-i kitabın) hepsi bir deÄildir. İçlerinde bir topluluk vardır ki, onlar gece vakitlerinde secdeye kapanarak Allahâın ayetlerini okurlar.â Hatta Abdullah Ä°bn-i Selâm Müslüman olduktan sonra, kendisini seven ve sayan bütün Yahudileri toplamıŠve onları da Efendimiz ile buluÅturmuÅtu. Fakat onlar iman etmeye yanaÅmamıÅlardı. Bunun yanında Efendimiz, çeÅitli vesilelerle, Yahudilerin eÄitim ve öÄretim müesseseleri olan Beytuâl-Midras adlı merkezlerine gider, alimleriyle beraber oturur, Ä°slamâı anlatır, sorularına cevap verir, istediklerinde müÅküllerini de çözerdi. Hatta Hz. Ebu Bekir de zaman zaman buraya uÄrar ve Yahudi alimleriyle belli meseleleri güzel bir üslupla tartıÅırdı. Bir defasında tatsız bir olay yaÅanmıŠve durum Efendimizâe haber verilince Åu ayet nazil olmuÅtu: â..Åüphesiz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allahâa ortak koÅanlardan sizi inciten birçok söz iÅiteceksiniz. Ama sabreder ve sakınırsanız bilin ki bu, size yakıÅan en deÄerli, en isabetli davranıÅlardandır.â Bu ayetle Allah, müminlere, Ehl-i kitaptan gelecek sözlü saldırılara, tahriklere, suçlamalara ve aleyhte yaptıkları propagandalara kapılıp asla Åiddete baÅvurmamalarını, bilakis sabırlı olmalarını, ne olursa olsun üsluplarını bozmamalarını, Ä°slamâa zarar verebilecek söz, fiil ve davranıÅlardan da özellikle sakınmaları gerektiÄini ders vermiÅtir. Ãstelik bu ziyaretler tek taraflı da deÄildi. Bazen Yahudiler de Efendimizâi ziyaret eder kendisine sorular sorar ve cevap isterlerdi. Hatta bazen Yahudi kadınlar da Efendimizâin evine gelir hanımlarını ziyaret ederlerdi. Mesela, bir gün Yahudi bir kadın gelmiÅ ve Hz. ÃiÅe validemizi ziyaret etmiÅti. Tam o sırada Allah Resûlü de eve gelmiÅti. Derken Yahudi kadın Hz. ÃiÅeâye, âSizler, kabirde fitneye maruz kalacak mısınız?â diye sormuÅ, Hz. ÃiÅe soruyu Efendimizâe iletince ürperen Efendimiz, âÅüphesiz onlar fitneye maruz kalacak.â buyurmuÅtu. Aradan birkaç gün geçince Hz. ÃiÅeâye konuyu tekrar açmıŠve âBiliyor musun? Bana âKabirlerde azaba duçar olacaksınız!â diye vahyolundu.â demiÅ ve o günden sonra dualarında artık kabir azabından da Allahâa sıÄınmaya baÅlamıÅtı. Allah Resûlü sadece Yahudilerle deÄil Hıristiyanlar ve putperestlerle de Medine görüÅüyor ve hatta gelen heyetleri özellikle Mescid-i Nebevîâde aÄırlıyordu. Mesela Hıristiyan Necran heyeti ve putperest Tâif heyeti gibi. Onlarla da buluÅuyor, sorularına cevap veriyor, Ä°slamâı anlatıyor ve bu süre zarfında dinlerini mescidin içinde yaÅamalarına müsaade ediyordu. Ä°slam adına bir meseleyi izah etmekten çekinmediÄi gibi onların sorularından da çekinmiyor hatta kendi aralarındaki sorunlara da çözüm buluyordu. Dolayısıyla muhacirler, en dar daireden en geniÅ daireye kadar hak ve hakikati, insanî ve Ä°slâmî deÄerleri yaÅamaktan ve anlatmaktan çekinmemeli; geliÅtirecekleri ferdî, ailevî ve içtimâî projelerle, topluma katkı sunarak açılmaya çalıÅmalıdırlar. Aksi takdirde farklı sebeplerle kendi deÄerlerini yaÅamaktan, seslendirmekten ve bu konularda diyaloÄa ve müzakereye girmekten kaçınanlar zamanla asimile olur; kimlikleri ve kültürlerini kaybederler. Açılım, Helal-Haram Dairesi Korunarak Yapılmalı Hicretin ilk yıllarında Medine, nüfus ve nüfuz olarak Yahudi ve putperestlerin hâkim olduÄu bir Åehirdi. Müslümanlar, daha önce müÅrik bir toplumla iç içe yaÅamıÅlardı. Fakat Åimdi yeni yurtlarında farklı bir dini grupla karÅılaÅmıÅlardı. Birlikte yaÅadıkları bu Åehirde bilhassa yeme ve içme gibi meselelerde helal-haram sınırlarını koruyup gözetmek kolay deÄildi. Mesela ehl-i kitap bir aileye misafir olduklarında ya da ictimai hayatta çeÅitli vesilelerle onlarla aynı sofra paylaÅıldıÄında ne yapacaklardı? Cenâb-ı Hakk, indirdiÄi âBugün size bütün temiz nimetler helal kılındı. Ehl-i kitabın kestikleri ve diÄer yiyecekleri size helaldir. Sizin yiyecekleriniz de onlara helaldirâ¦â ayetiyle bu konu, hükme ve çözüme baÄlanmıÅtı. Dolayısıyla ehl-i kitabın hazırladıÄı ve Ä°slamâın da haram kılmadıÄı yiyecek ve içeceklerden istifade etmelerinde bir mahzur bulunmuyordu. Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) zaman zaman komÅuları tarafından yemeÄe davet ediliyordu. O da bu davetleri, tebliÄ ve temsiline bir vesile olarak deÄerlendiriyordu. Mesela Efendimizâin Fârisî bir komÅusu vardı.  Ãok lezzetli et çorbası yapardı. Bir gün yine çorba piÅirmiÅ ve Oânu da davet etmiÅti. Peygamberimiz, yanında bulunan Hz. ÃiÅe validemizi de göstererek âO da gelirse olur.â buyurmuÅtu. Farisî, âHayır!â deyince Efendimiz, âO gelmezse ben de gelmem.â karÅılıÄını vermiÅti. Fakat Fârisî, yemeÄin azlıÄından olsa gerek onun da gelmesine âEvet!â dememiÅti. Ancak üçüncü teklifinde Hz. ÃiÅeâyi de yanına almasını kabul etmiÅti. Bunun üzerine Efendimiz, eÅiyle birlikte Fârisî komÅularının yemek davetine icabet etmiÅti. Ashab-ı kiram, sadece yiyecek deÄil kullanacakları kapları bile Allah Resûlüne sormuÅlardı. Ebu Saâlebe, Efendimizâe gelmiÅ ve, âYa Resûlallah! Biz ehl-i kitap olan bir kavmin yurdundayız ve onların yemek kaplarından yiyoruz⦠Bu konuda bize helal olan Åeyleri bildirir misin?â diye sormuÅtu. Bunun üzerine Allah Resûlü, âEÄer onların kaplarından baÅka bir kap bulabiliyorsanız, o kaplardan yiyin. Fakat baÅka kap bulamıyorsanız onların kaplarını yıkayarak kullanabilirsiniz.â buyurdu. Yine sosyal hayatta önemli kurumlardan bir tanesi evlilik müessesesiydi. Peki ehl-i kitaptan bir kimseyle evlenip yuva kurulabilecekler miydi? Cenâb-ı Hak bu konuda: ââ¦Namuslu, zinaya girmemiÅ ve gizli dostlar edinmemiÅ insanlar halinde yaÅamanız Åartıyla, müminlerden ve ehl-i kitaptan hür ve iffetli kadınlarla, mehirlerini verip nikahlanmanız size helaldirâ¦â buyurarak ehl-i kitapla akrabalık baÄları da kurabileceklerini bildirmiÅti. Dolayısıyla hicret yurdunda kendini koruma maksadına matuf bile olsa, hicret edilen toplumdan bütün bütün ayrılıp/sıyrılıp âgettolarâ halinde yaÅamak hicretin hedefleriyle baÄdaÅmaz. Böyle bir uygulama o toplum içinde hayatı zorlaÅtıracaÄı gibi hicreti de çekilmez hale getirebilir. Kaldı ki bu Åekilde kendi içine kapanma, o toplumu da Muhacirler hakkında endiÅe ve korkulara sevk eder. Zaten böyle bir davranıŠda Kurâânâın bildirdiÄi, âEy insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp kaynaÅmanız, birbirinize sahip çıkmanız için de milletlere, sülâlere ayırdıkâ¦â ilkesiyle baÄdaÅmaz. Onun için Allah Resûlü bir taraftan ashabını ilmen, ahlâken ve manen beslerken öbür taraftan geliÅtirdiÄi sosyal projelerle topluma açılmanın adımlarını da Kendinden emin bir Åekilde bir Åekilde atıyordu. Oânun bu kararlı adımlarını ve gayretlerini gören Muhacir ve Ensar da Allah ve Resûlüâne Åevkle destek oluyorlardı. Hasılı, helal ve haram ölçülerine riayet ederek topluma katkı sunmaya çalıÅanlar asimile olmaz, bilakis onlar toplumun bir zenginliÄi olarak görülür ve kabul edilirler. Kendi içine kapanan Muhacirler ise kapalı toplumlar halinde yeni nesillerini muhafaza edemez ve onlara geleceÄe ait bir misyon da yükleyemez. Böylece zaman içerisinde taklit hastalıÄına ya da içinde yaÅadıÄı modern topluma benzeme modasına kapılarak asimile olmaya mahkûm olurlar. Sonuç â Muhacirler, dinlerini öÄrenmek, öÄretmek ve yaÅamaktan çekinmemeli, inancından dolayı mahcubiyet duymamalıdır. Bu hususta Hz. Ãmerâin âÄ°nandıÄınız gibi yaÅamazsanız, yaÅadıÄınız gibi inanmaya baÅlarsınız.â sözü asimilasyonun temel sebebini ifade eden önemli bir ikazdır. -Ashab-ı kiram, Yahudileri çok iyi tanıyorlardı. Zira daha Mekkeâde inen sûrelerde onların inançları, tarihi, kültürü ve karakterleri hakkında Müslümanlara geniÅ malumat verilmiÅti. Hicretten sonra onlarla diyalog kurarken sadece o gün karÅılaÅtıkları topluma bakmıyor ve onları bir bütün olarak tanıyorlardı. Hicretten sonra muhatap toplumlar, iyice tanınmadan onlarla isabetli ve verimli bir diyalog kurmak mümkün olmayacaktır. â Allah Resûlü, hicret yurdunda korkmadan, çekinmeden, izzetini tevazuuyla dengeleyerek Ä°slamâı yaÅamıŠve çevresine de tebliÄ etmiÅtir. Oânun inancındaki ve yaÅayıÅındaki samimiyet, istikamet ve Åeffafiyet, beraberinde Oâna karÅı güven ve itimadı da getirmiÅtir. Onun sade, doÄru, ihlaslı ve herkese açık yaÅantısı hakkaniyetine de parlak bir ayna olmuÅtur. â Muhacirlerin inançlarını yaÅaması deÄil bilakis yaÅamamaları, içinde bulundukları toplumun fertlerini tedirgin eder. Haklarında, âHem Åöyle Åöyle inandıÄını söylüyor hem de öyle davranmıyor, yaÅamıyorlar.â denilmesine sebebiyet vererek, insanları haklarında korku ve tereddüde sevk ederler. Ä°nançlarıyla tutarlı davranıÅlar sergilemeyen topluluklara daima Åüpheyle bakılacaÄı unutulmamalıdır. â Ä°nançları ve deÄerleri, üzerlerinde iÄreti ve emanet bir elbise gibi duran kimselerin, içinde yaÅadıkları kültürden etkilenip deÄiÅip baÅkalaÅmamaları düÅünülemez. â Ä°slam tarihi boyunca Muhacirlerin hicret yurdunda dinî, ahlaki ve kültürel kimliklerini koruyabilmeleri büyük ölçüde helal ve haram hassasiyetlerini korumalarıyla mümkün olmuÅtur. Yeme-içme, giyim-kuÅam, hukuk-ticaret, nikah-aile gibi her alanı kapsayan helal ve haram anlayıÅı, aynı zamanda Muhacirlerin, her sahada topluma katacakları bir çok deÄerin de sahibi olduklarının bir delilidir. â Helal-haram hassasiyetiyle inanç, amel ve Ä°slâmî hayat noktasında asimile olmaktan korunan Muhacirler, aynı zamanda Ä°slâmâı hakkıyla temsil ettiklerinden, beraber yaÅadıkları topluma insani deÄerlerin yaÅatılmasında güzel örnek de olurlar. â Allah Resûlüânün: ââ¦Allahâın emir ve nehiylerine uy ki O da seni korusunâ¦â nurlu beyanında ifade buyurduÄu gibi, helal ve haram sınırlarını koruyup gözetenleri Allah da asimile olup yabancılamaktan koruyacaktır. â Efendimiz, risaletin ilk günlerinde Müslüman olan Hz. Ebû Zerr el-Gıfârîâyi, hem Mekkeâdeki aÄır Åartlardan kurtarmak hem de irÅad ve tebliÄde bulunması için memleketine gönderirken verdiÄi, âHer nerede olursan ol Allahâtan kork!â¦â ölçüsü, günümüz muhacirlerinin de hayat felsefesi olmalıdır. Kaynak: Peygamberyolu.com | Selim Koç