Geleneğin Akisleri | Safvet Senih

Yazar Hizmetten

Madde zaman ve mekânla bağlı. Gelecek meçhul ve perdeli… Fakat herşey planlı ve programlı.. Onun için ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını anı anına tespit etmek hatta kaderi gibi takvimlere yazmak mümkün.. Aklımızla bir derece zaman ve mekân kayıtlarından kurtulabiliyoruz. Ama bunun için, göz önünde cereyan eden hadiseler, tecrübeler, ilim, teknik ve gayrette gerekli. Bir de madde olmayan, bu bakımdan, sayılan şartlar bulunmadan mekânı hatta zamanı aşan ruhumuz var. Bugün Rusya en başta olarak bütün dünyada bununla alakalı mevzuları müspet şekilde ilmi metotlarla incelenmektedir. Ve artık maddenin cidarları parçalanmıştır. Bu mevzuda yazılmış araştırmaları bir tarafa bırakarak kendi kaynaklarımızdan bir iki misal verelim.

Son devrin büyüklerinden Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde şöyle diyor: “Burada kendi başımdan geçmiş telepati hadiselerinden ilk evvel dikkatimi çeken bir misali kaydedeceğim. Şöyle ki; İstanbul’da mektep de talebe iken bir gün öğleden sonra dersten çıkıp Nuru Osmaniyye’de ikametgâhım olan hattat odasına geldim, yalnız başıma pencerenin önüne oturdum. Oturur oturmaz henüz birşeyle meşgul olmaksızın birden bire büyük amcam Muhammed Emin Efendi hatırama doğuverdi ve derhal kalbime derin bir hüzün çöktü, ağlamak istedim. Hâlbuki başka zamanlar onun hatırasından mutlaka bir neşe ve sevinç duyardım. Kendisi nadir rastlanır mücessem bir fazilet numunesiydi.

Bugün hatıranın hem hatırlanış tarzı hem de alışılan neşenin aksine öyle bir hüzün gelmesi garibime gitti. Hemen kaydettim. On beş gün sonra memleketten posta ile mektup aldım. Pederim, o gün amcamın vefat ettiğini ve bana yadigâr olmak üzere birkaç kitabımı vasiyet ettiğini yazıyordu. 0 vakit ki, postanın on günde geldiği bir mesafeden o hüzünlü yakanın meydana geliş anında hüznünü duymuştum ve gözlerim dolmuştu.”

Prof. Seyyid Kutub da bu meseleyi tefsirinde tahlil ederken şöyle diyor: “İnsanoğlunun herhangi bir hadiseyi gözüyle görebilmesine mani olan şey, ya zamandır ya mekân… İnsanoğlunda mevcut olan fakat mahiyetine bir türlü akıl erdiremediğimiz hasseler bazı zamanlar çok daha kuvvetli ve uyanık olur. Bu anlarda, zaman ve mekân mefhumlarının hudutlarını aşarak, mazideki, istikbaldeki veya haldeki bazı şeyleri kapalı şekilde görür. Bu hal bazı kimselerde uyanıkken his ve ilham şeklinde, bazı kimselerde ise rüya şeklinde tecelli eder. Bu münasebetle bizzat kendim gördüğüm rüyayı anlatayım:

Amerika’da bulunuyordum. Ailem Kahire’de oturuyorlardı. Bir gece rüyamda kız kardeşimin genç çocuğunu gördüm. Gözünde, görmesine mani olacak derecede kan vardı. Merak ettim ve aileme yazdığım mektupta yeğenimin gözünü bilhassa sordum. Aldığım cevapta; gözünde iç kanama olduğunu, bu yüzden gözünün göremediğini ve tedavi edilmekte olduğunu yazdılar.

İnsanı düşündüren bir hadise bu. Gözdeki iç kanama, dıştan katiyyen, görünmez, dıştan bakan kimse, gözün sağlam ve normal olduğu hükmüne varır. Hâlbuki gözde iç kanama vardır ve görmesine manidir. Rüya, bana bu iç kanamayı, dıştan apaçık göstermiştir.’

Doğru rüyalar ruhun varlığını ispat ettiği gibi kaderin varlığını da ispat eder. Yani atomlardan, büyük sistemlere varıncaya kadar herşeyin nizamlı ve dengeli oluşu bir planı gösterdiği gibi rüyalarda seyredilen tabloların yazılmış bir kitap gibi dil ile değil göz ile okunduktan sonra aynen çıkışı da, herşeyin kaderi plan üzere cereyan ettiğini gösterir. Tesadüfe havalesi mümkün olmayan o kadar çok rüya vardır ki geleceğin ve gaybın sineması demekten insan kendini alamaz.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şöyle bir rüya anlatır: Dördüncü Mehmed’in en küçük kızı Kaya Sultan, bir korku ile uyanır ve gördüğü rüyayı kocası Melek Ahmet Paşaya: “Bu gece rüyamda dedem Sultan Ahmed’i gördüm. Bana Cennette oturduğu sarayı gezdirdi. Kaya’m dedi, Yeni Camii yaptırırken işçilerin arasına karışarak eteğimle taş ve toprak taşımış ve Rabbim, Ahmet kulunun hizmetini kabul eyle diye yalvarmıştım. O da kabul ederek beni Cennet’e aldı. Şimdi gel Kaya’m sen de benim gibi Cennette sefa eyle. Fakat salonda duran büyük amcam Mustafa; Kardeşim, Kaya için bu kadar acele etme. Melek Ahmed’den bir kızı olsun, ondan sonra Cennetimize gelsin” deyince, dedem bu niyetle, “El fatiha” diyerek elini yüzüne sürdü. Elime baktım, sağ elime kan bulaştı, Korkudan uyandım” diye anlatır. Paşa her ne kadar rüyayı iyi bir şekilde tabir edip Sultanı teselli etmeye çalışır ama iyi bir tabirci olduğundan, hamile olan hanımının doğumdan sonra şehit olacağım anlar. Hakikaten Kaya Sultan ikinci kızını doğurduğu sırada “son” denen kısım içerde kaldığından, ebelerin üç gün süren türlü müdahaleleri neticesinde büyük zedelenmeden dolayı vefat eder.

Bu mevzuda J.B. Rhine, Reader’s Digest’te neşredilen bir yazısında, binlerce rüyanın gerçek vakalarla tıpa tıp uyduğunu söyledikten sonra geçmişten ve zamanımızdan bazı misaller verir: Halen bu rüyalardan birçokları kayıtlara alınmaktadır, Mesela Abraham Lincoln 1865 yılının Nisan ayındaki meş’um hadiseden üç gün evvel, bir gece rüyasında ölümünü görmüş ve bunu hayatını kaleme alan Ward Lamon’a anlatmıştır.

Rüyasında, Beyaz Sarayın bir odasından diğerine yürüyordu. Her taraf bomboştu. Fakat bir yerden ağlama sesleri işitti. Doğu cihetindeki odaya gelince matem tutan kalabalığı gördü. Odanın ortasında bir kefen duruyordu. “Kim öldü?” diye sorunca, kalabalıktan biri; “Reisi- cumhur, bir cani tarafından öldürüldü” dedi.

Tarih kayıtlarına göre Kral Krözus, rüyasında oğlu Athys’in katledildiğini görür. Bunun üzerine oğlunu sadık adamlarından birinin muhafazasına emanet eder. Çok geçmeden Athys emanet edilen muhafız tarafından öldürülür. Plutarh ise Sezar’ın feci ölümünü, karısının rüyasında gördüğünü hikâye etmiştir.

Dr. Prince’nin rüyası, biyografik menkıbelerden, ilk tenkitlere sebep oldu. Dr. Prince, rüyasında bir tünelin ağzında başka bir trenle çarpıştığımı görmüş. Sayıklamasından uyanan karısına, hadiseyi şöyle anlatmış: “İki tren çarpışarak birbirine girdi. Patlayarak fışkıran duman ve sis bulutlarını, can çekişenlerin acı feryatları takip etti.

Nitekim birkaç saat sonra, aşağı yukarı yetmiş mil ötede, böyle bir çarpışma oldu. Bir tünel ağzında çarpışan iki trenin vagonları parçalanarak üst üste yığıldılar. Enkaz altında kalan ölü ve yaralılar ise parçalanan makinelerden fışkıran kızgın stimle haşlandılar.

Altıncı His isimli eserinde rüyaları tedkik eden Birain Ward, geleceği bütün teferruatı ile rüyada görmenin mümkün olduğunu ifade etmek için meşhur yazar Mark Twain’in rüyasını ele alıyor. Şöyle ki: İki iskemlenin üzerinde duran maden bir tabutun içinde, göğsünün arasında, ortasında bir kırmızı çiçek bulunan ve beyaz çiçeklerden oluşmuş bir buketle yatan erkek kardeşinin cesedini açıkça Mark Twain rüyasında görmüştü.

Gerçekten de yalnızca birkaç hafta sonra Mark Twain’in erkek kardeşi gemi kazanının patlaması ile ölmüştür. Twain kardeşini gördüğünde cesedi tıpkı rüyasındaki gibi iki iskemlenin üzerinde duran bir maden tabuta yerleştirilmişti. Twain cesedin yanında beklerken de içeriye bir kadın girerek cesedin göğsüne aralarında bir tek kırmızı çiçek bulunan bir beyaz çiçek demeti bırakmıştır. E. Ward, Yazarın bu rüyasına dayanarak bir kısım rüyaların kehanet derecesinde olduğunu söyledikten sonra rüyalardaki his ötesi idrakin, uyanık haldeki idrakten bilgi yönünden daha eksiksiz olduğunu iddia ediyor.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy