DERLEYEN : ERDEMLİLER YOLU AKADEMİ
وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ (133) الَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
“Rabbiniz tarafından mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! O muttakiler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Âl-i İmrân, 3/133-134)
Muhterem Müslümanlar!
Bizi iyiliklerle ve hayırlarla donatan Hazreti Allah, daima iyiliklerimize vesile olsun diye mahiyetimize; başkasının elinde bulunan şeyi arzu etme, nail olduğu makamı isteme, ulviyetine talip olma, başkasına ait değerlere gözünü dikme… gibi bir kısım kaprisler, arzu ve istekler koymuştur. İnsanın mahiyetine koyduğu bu duyguları kullanma metodunu, bu mevzudaki muvazeneyi de lütfeden Hazreti Allah, bu duyguları suistimal etmemesi için insana bir kısım emir ve tekliflerde bulunarak yoluna ışık tutmuştur.
İnsan, içindeki bu arzu ve isteği yerinde kanalize edebilirse bunlar, âhireti ve Allah’ın rızasını isteme şeklinde tezahür ederler. Yerinde kullanmazsa onu vicdan azabı içinde bırakır, ruhunu rahatsız eder, uhrevî sevaptan ve hayrattan mahrum bırakır. Onun içindir ki bize bu mevzuda sırat-ı müstakimi anlatan Kur’ân-ı Mu’cizu’l-Beyan, Cennet, rıza ve Rıdvan istikametinde bizi yarışmaya davet ederken, dünyaya ait meselelerde ise kıskançlık yapmamayı, başkalarının elindekine göz dikmemeyi tavsiye etmektedir.
Kur’ân, muvazenemizi ifade sadedinde kemal-i azametle ferman ediyor: Ey Allah’a iman eden insanlar! Allah yolunda yarışınız. Allah’ın rızasını kazanma mevzuunda, içte derinleşme hususunda, ruhta genişleme, iç aydınlığına ulaşma mevzuunda, müşahede ve murakabeye ulaşmada, âlem-i gaybı âlem-i şehadet gibi müşahede ediyor hâle gelme konusunda yarışınız, diyor.
Cennet istikametinde müsabaka yapınız:
Bir Cennet ki insanın maddî-manevî, cismanî-ruhanî bütün arzularına kâfi gelecek şeylerle önceden hazırlanmış ve donatılmıştır. İşte bunda kıskançlığın, bunda gıptanın ve bunda yarışmanın zararı yoktur. Hak yolunda olunca zararı yoktur. O zaman, marzî-i ilâhi yolunda yani Allah rızası istikametinde sarf edilecek zararsız bir yola girmiş olacağız. Bu Resûlullah’ın ve ashâb-ı Resûlullah’ın yolu. Rabbim bu yola hidayet eylesin.
Fahr-i Kâinat Efendimiz’in karşısına, oğullarıyla birlikte yaşlıca bir baba geliyor. Bunlar durumlarını Allah Resûlü’ne anlatıp haklarında bir hüküm vermesini, hakemlik yapmasını istiyorlar. Delikanlılar, babalarından evvel huzur-u Risaletpenahîye koşuyorlar ve diyorlar ki, “Ya Resûlallah! Bu, bizim babamızdır. Bunu tanırsın. Yaşlıdır. Hayata ait vazifelerini yapmıştır. Nura ermiştir. Bundan sonra bunun cihada gitmesi düşünülmemelidir. Bunun için cihat bahis mevzuu olmamalıdır. Müsaade ederseniz biz gidelim, o evde kalsın. Cihatta ölüm mukadderdir. Evde aile efradına bakacak, onlara nezaret edecek birinin kalması lazım…” Delikanlıların iştiyak içinde, heyecan ve helecan içinde Efendimiz’e ulaştırdıkları şey budur.
Seke seke Resûl-i Ekrem’in yanına yaklaşan, O’nu geç tanımış, fakat çok iyi tanımış yaşlı baba Amr İbn Cemûh (radıyallahu anh), Resûl-i Ekrem’e yaklaşıyor ve ağlamaklı bir şekilde şöyle diyor: “Ya Resûlallah! Şu çocuklarımın hâline bak! Bırakmıyorlar ki beni Allah yolunda cihat edeyim. Bırakmıyorlar ki şu eğri bacaklarımla Cennet’te doğrulmuş olarak gezme şerefini kazanayım.”
Resûl-i Ekrem, bu gönülden arzunun önüne geçmek istemiyor. Evlatlarına işaret buyuruyor: “Bırakınız, babanız savaşa iştirak etsin!” Gidilecek savaş gayet çetindir. Amr İbn Cemûh da bu çetin savaşa hem de ön saflarda iştirak eder. Müslüman saflarının dağılmaya başladığı zamanlarda bile sebat eder, geri adım atmaz. Savaşın sonlarına doğru da şehit olur. Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) olup bitenlerden zâhiren haberi yoktur; ancak Resûlullah biraz sonra gözlerini meçhul bir ufka diker, etrafındaki ashâbına şöyle der: “Ben şu dakikada Amr İbn Cemûh’u, bacağı düzelmiş bir şekilde Cennet’te yürürken görüyorum.”
Ashâb anlar ki Amr İbn Cemûh şehit olmuştur. Bir iki saat evvel huzur-ı Risaletpenahî’de cihada çıkacağım diye tehâlük gösteren, “Yâ Resûlallah, başka bir şey olsa oğullarımı nefsime tercih ederim, amma karşımda Rabbim ve O’nun rızası olunca, karşımda Cennet olunca, beni mazur görün, evlatlarımı nefsime tercih edemeyeceğim.” diyen adam şimdi şehit olmuş, Cennet’te reftâre yürümektedir. وَفِى ذَٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ ٱلْمُتَنَٰفِسُونَ “İşte insanlar, yapacaklarsa bunun gibi bir neticeyi elde etmek için yarış yapsınlar.” (Mutaffifîn; 26.)
Resûl-i Ekrem’den sonra yıllar geçiyor… Yine yaşlı bir adam… Koltuk değneklerine dayana dayana zor yürümektedir. Bu zat, Medine sokaklarında yankılanan cihat çağrısını duyunca heyecanlanır. “Ben de cihada iştirak etmek istiyorum.” der. Oğulları ve torunları etrafını sararlar: “A be babacığım! A be dedeciğim! Sen Resûl-i Ekrem’i gençken idrak ettin. Delikanlıyken O’nun önünde koştun. Bedir’de savaştın, Uhud’da bulundun. Hendek’te O’nunla beraberdin. Ebu Bekir devri oldu, Ömer devri oldu, Osman devri oldu, Ali devri oldu, kılıcını kınına koymadın. Hayatının kırk elli senesi harp meydanlarında, düşman karşısında geçti. Bundan sonra sen otur da savaşa biz gidelim.” derler. Yaşlı adam cevap verir: “A be evladım! Cennet’ten başka bir şey olsaydı sizi dinlerdim. Ama önümde Cennet var. Resûl-i Ekrem, İstanbul’a giden orduya, “Ne güzel ordudur!” demişti. O ordunun neferi olmama mâni olmayın.”
وَفِى ذَٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ ٱلْمُتَنَٰفِسُونَ Yaşlı adam, rıza-i ilahî istikametinde o zamanın şartlarına göre müsabaka yapmakta, kıyasıya yarışmaktadır. İptidaî vasıtalarla İstanbul surlarının önüne kadar gelen o yaşlı adam, İslam tarihine geçecek Ebû Eyyûb el-Ensârî’dir. Bu uzun ve yorucu, bu uzun ve öldürücü yol onu tamamen tüketir. Belli ki göç vakti gelmiş gidiyor. Şehidin, gurbette ölmesi lazımdır. Şehide gerekli olan budur. Peygamber’in ashâbına saygılı ordunun kumandanı, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin üzerine eğilir ve “Ey peygamberin mihmandârı sahabî-i resûl! Ey Medine’ye hicret ettiğinde evi yapılana kadar evinde Peygamber’i ağırlayan yüce insan! Benden son bir arzunuz var mıdır? Son arzunuzu söyleyin de hemen yerine getireyim” der.
Ebû Eyyûb el-Ensârî, ecelle pençeleşirken, ayakları soğurken, zor hareket ederken, kıpırdayan dudaklarıyla şöyle der: “Ben bu surların dibinde vefat edersem, surların içine girme şerefinden mahrumum demektir. Fakat mümkünse benim naaşımı omuzlarınıza alınız. Surlardan içeriye giriniz. Götürebildiğiniz kadar götürünüz. Nereye kadar götürürseniz işte oraya gömünüz.”
Âdeta istikbalden haber vermiştir. Burası behamahâl açılacak ve çözülecektir. “Ben bu şerefe nâil olamadım ancak arkadan gelecek olan mücahitlerin atlarının kişnemelerini, kılıçlarının şakırtılarını duymak istiyorum. Surlara en yakın yere gömüverin beni.” der ve hayata gözlerini kapar. O, bu hayata gözlerini kaparken bir güvercin gibi kanatlanıyor ve Resûl-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına uçuyordu. وَفِى ذَٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ ٱلْمُتَنَٰفِسُونَ “İşte insanlar, yapacaklarsa bunun gibi bir neticeyi elde etmek için yarış yapsınlar.” Bu, hayır istikametinde, sevap istikametinde, Cennet, rıza ve rıdvan istikametinde bir müsabakadır.
Muhterem Müslümanlar!
Şerden kaçacaksınız. Şerrin karşısına çıkacaksınız. İftiraka, parçalanıp bölünmeye meydan vermeyeceksiniz. Kin ve nifakı, toprağa gömeceksiniz. Hasedin başını ezeceksiniz. Hayır istikametinde de müsabaka yapacaksınız. Bu yolda Rabbim sizin yardımcınız olacak. Birinizi bin yapacak. Melekler gibi uçmaya sizi muvaffak kılacak. Başkaları başaşağı Cehennem’in hutamesine giderken siz Cennetlere doğru pervaz edeceksiniz.
Rabbim, asırlarca başkalarına bahşettiği bu lütfu size de bahşeylesin. Sizi aziz ve payidar kılsın.
Kaynak: Gönül Nağmeleri HUTBELER kitabından alınmıştır.
CUMA HUTBESİ Hayir Yolunda Yaris