Büyük Veteriner Ebu Bekr İbn Bedreddin El-Baytar | Safvet Senih

Yazar Hizmetten

Ebu Bekr, Memlük sultanı En-Nasır Nasır’üddin Muhammed b. Kalaûn (1293–1341) zamanında yaşamış, ortaçağın ve İslâm medeniyetinin en büyük veteriner hekimidir. Ebu Bekr’in babası Bedreddin El-Baytar da Memlük sarayında veteriner olarak çalışmıştı. Nasır’ın babası Mansur El-Kalaûn (1279–1290) at aşığı bir hükümdardı. Sonradan meşhur olan hatta tanınmış Türk hekimlerinin de gidip çalıştığı bimaristanı (hastane) tesis etmişti. Kalaûn’un oğlu Muhammed Nasır da babası gibi İlme ve ilim ehline muhabbeti olan bir hükümdardı. Babasının kurduğu bîmaristanı tamamlamıştı. Nasır hayvan yetiştirilmesine ve ziraata çok ehemmiyet vermiştir 1298–1340 yılları arasında Ebu Bekr saray veterineri olarak çalışmıştır. Zaten bütün İslâm devlet adamlarının at sevgisi fazladır. Sarton bu mevzuda “Zamanımızda, eski günler, bilhassa İslâm memleketlerindeki kraliyet ahırlarının büyüklüğü tahmin ve tasavvur edilemez. Birkaç yıl önce (1947’den birkaç yıl Önce) Moraka’da Meknes’i ziyaretimde 17. asırda Malay İsmail tarafından inşa edilmiş olan 12 bin at aldığı söylenen ahırların içini ancak otomobille gezebildim.” demekle saraylarda ata gösterilen büyük alâkayı ifade etmeye çalışmıştır. İşte Ebu Bekr, böyle bir atmosfer içinde yaşamış ve ilgi çekici vasıfta bir eser vermiştir. Batılı tarihçilerce de devrinin en iyi veteriner hekimlik kitabı olarak kabul edilen eserinin adı “Kâmil’üs-Sınaatayn el-Baytara ve’z-Zırtıka”dır. Baytarlık ve zırtıka hakkındadır. Zırtıka, zartaka’nın cemi (çoğul) şeklidir ve hayvanların talim-terbiyesi ve diğer işleri demektir.

Gebelik ve doğum mevzuunda gebelik belirtileri iyi anlatılmıştır. Gebe hayvanların bakımı bugüne benzer durumdadır.

Veterinerlikle ilgili beşinci makale otuzdört babtır.

Birinci babtan sonra hastalıklar baştan itibaren vücudun kısımlarına göre ayrılarak, çok sistematik olarak İncelenmiştir. Göz ve kulak hastalıkları iyi anlatılmıştır. Burun akıntısı ile seyreden gourme ve malleus’a (orta kulak kemiği) da dikkat etmiştir. Boğaz ve çene hastalıklarının başında “sıraca” adı altında malleus ve gourme’ti anlatırken bu iki hastalığı birbirinden açık bir şekilde ayırmaktadır. Hiçbir şekilde gourme’nin malleus’a başlangıç olacağından söz etmemiştir. Çene altında soğuk apselerle beliren malleus’un bacaklarda da lymphangitislerle (lenf damarları iltihabı) seyrettiğini yazmakla “deri ruamı”nı da bildirmiştir. Bu satırların 14.ncü yüzyılda yazılmış olması çok mühimdir, çünkü daha sonraları 16. ncı hatta 17. nci yüzyılda bile veteriner yazarlar gourme’un eskiyi nce malleus’u doğurduğunu, deri ruamının ayrı bir hastalık olduğunu, akciğer ruamı ile alâkasına dikkat etmeden yazmışlardır. Gene çok mühim olan bir nokta da Ebu Bekr’in malleus’un insanlara geçtiğinden de bahsetmiş olmasıdır ki, biz en eski olarak buna Ebu Bekr’de rasladık. Hatta 17. nci yüzyılda yaşamış ve malleus mevzuunda en ileri görüşlere sahip olan Fransız veterineri Solleysel dahi bundan bahsetmemektedir.

Boyun hastalıkları arasında Ebu Bekr romatizma ve tetanozdan bahsetmiştir. Omuz topallığından ve arpalamadan bahsetmiştir. Atın diz ve sinirlerinde hastalıklar başlığı altında exostose, (kemiklerde çıkıntı) hygroma, (mâyi ihtiva eden kist) hydarthrosse, (eklem boşluğunda su toplama) tendinitis (kirişlerin İltihabı tendonla-rtn (kiriş) yara ve kopmaları gibi hastalıklardan bilgi ile bahsetmektedir.

Tırnaklar için Ebu Bekr, “atın esası tırnaktır, tırnak evin temeli gibidir. Tırnak hastalıkları her hastalıktan daha mühimdir.” demekle modern bir görüşe sahip olduğunu belirtmiştir. Arka bacakların dizlerden yukarı kısımların patelle (diz kapağı kemiği) takılması, kalça topallığı, elephantiasis (Fil hastalığı) adı altında lymphangitis malleosa’ya benzer arazla hastalıklardan bahsetmiştir. Ebu Bekr, bu bölümlerde ne kendinden önce ne de yüzyıllarca sonrasına (Solleysel’e) kadar hiçbir yazarla karşılaştırılamayacak kadar mükemmeldir.

Bu büyük yazarın büyük ve üstün eseri üzerinde bizden önce Batılı yazarlar, Perron’un 1852-1860 yıllarında Fransızcaya yaptığı tercümesinden faydalanarak incelemeler yapmışlardır.

Ebu Bekr bu eserini, Melik Nasır’a ithaf ettiği için kitabın meşhur ve maruf ismi: Nasırî’dir. Kitap on makaleye ayrılmıştır. Kitabın birinci makalesi yirmi kısma ayrılmıştır. Kur’an’dan bazı âyetlerle başlar. İnsan ve at arasındaki benzerlik ve ayrılıkları ele almış, insan ve atta burun, nefes borusu, kalb, baş, ciğer, mesane, böbrekler, erkeklik ve dişilik, kemikler, kıkırdak, sinir, kaslar, deri kılları ve beş duyu aynıdır, demiştir. Her iki canlı arasında müşterek hastalıklar arasında kuduz da sayılmaktadır. Birçok ilaçlar her İkisinde de kullanılır. Bazı durumlarda farklı ilaçlar verilir.

Genital organ hastalıklarına ayrılan bölümde durin (dourine) anlaşılır semptomlarla bilinmektedir. Metritislerin (rahim iltihabı) sonradan kısırlık yaptığını doğru olarak yazmıştır.

Bundan sonraki üç bab’da vücudun kuyruk, bel ve karın gibi yerlerindeki hastalıklar üzerinde durulmuştur. Lumbago, (bel ağrısı) bazı yaralar, hydrops (safra kesesinin mayi ile dolu şiş hali) ascites, peritonitis (iltihab sıvısı) exudativa hernia abdominalis ve ventralis harnia umbilicaIis ve evantrasyon doğru, anlaşılır septomlarla anlatılmıştır.

Üç bab karaciğer, akciğer ve böbrek hastalıklarına ayrılmıştır. Malleus akciğer hastalıkları arasında yeniden gözden geçirilir; aynı zamanda burundan fena bir akıntının da geldiğine çok doğru olarak İşaret edilir.

Ebu Bekr, tedavi bölümlerinde başlangıçtan İtibaren yara ve apseler İçin uygun metotlar kullanır. Kırık, çıkık ve burkulmalarda durum aynıdır. Omuz ve kalça topallıklarında bugünkü gibi apse de fixation (tesbit) yapar. Arpalama hastalığı için kan almayı, bacakların soğuk suya sokulması ve friksiyon gibi bugünde kullanılan uygun tedavi şekilleri tavsiye edilmiştir.

Prolapsus uteri ve vaginae (rahim ve haznenin dışarı çıkması) olaylarında dışarı çıkan organ kısımlarını papatya suyu İle yıkadıktan sonra yeniden yerine yerleştirmekte ve vulvaya alt kısmı açık kalmak ü-zere dikiş koymaktadır. Daha sonraki günlerde nar kabuğu (sıkıcı) ve alkol ile lavajlar yapar. Bu tedavi prolapsusun en uygun tedavisidir. Bazı sancılarda rektal (son barsak) muayeneyi tavsiye ederken bu işteki tecrübesini göstererek veterinerin tırnaklarını kısa olması gereğine dikkati çekmektedir.

Ebu Bekr’in en modern olduğu bölüm embriyotomi (ceninin rahimden çıkarılması) operasyonudur. “Karından yavru ölmüşse çıkamaz. Eğer yavru yaşamıyor ve bir uzvu çıkmışsa önce o uzuv kesilir, sonra zikrolunacağı üzere kol uterusa sokularak embriyotomi yapılır. Üstad olan veteriner elini temizledikten sonra menekşe yağına batırıp kollarını güzelce yağlar, parmaklan arasına bir ustura alır, kolunu yavaşça uterus’a (rahim) sokar. Eğer yavru doğru gelmiş de başı önde ise hazır olan çengelleri gözünün, üst çenesinin ve alt çenesinin kekimlerine iliştirip azar azar dışarı çekilir. Çekmeden önce kısrağın vaginası (haznesi) koyungözü otu ve eğrice yonca otunun kaynamış suyu ve menekşe yağı ile kayganlaştırılır. Ölü yavrunun bütün çıkması için yolların kaygan olması gerekir. Eğer yavru devrilmiş (dönük) ise veya boynu eğri olup doğrultulması mümkün değilse önce rastlalanan uzuv kesilir. Bu kesilen uzuv tam olarak dışarı çıkarıldıktan sonra yavrunun diğer kısımları dışarıya alınır. Ondan sonra kunduz hayası, kimyon ve tuz kaynatılmış zeytinyağı ile lavaj yapılır, bunu tekrarlamak gerekir.” Yukarıdaki hülasa edilmiş operasyon tarifinden Ebu Bekr’in bu mevzuda ne kadar bilgili olduğu görülmektedir.

Kastrasyon (kısırlaştırma) bahsinde de Ebu Bekr çok yeterli bilgi vermektedir. Bugün dahi kullanılabilecek ateşle veya bıçakla kesme, döğme ve serbest kastrasyon gibi dört usul tavsiye eder.

Evantrasyon olaylarında çok uygun tedaviler tatbik etmektedir. Başka hiçbir yerde rastlanamayan bu operasyonu hülasa olarak anlatmak yerinde olacaktır: Evantrasyona uğrayan hayvan arka üstü yatırılır, ayaklan yukarı kaldırılır; bu suretle bağırsaklar kolaylıkla yerine gönderilecektir. Geri gönderilmeden önce bağırsakları ılık alkolle yıkamalıdır. Sonra karın boşluğuna itilirler. Yarada iç derinin (kas tabakalarının) uçları yaklaştırılır, kanatlı karıncalarla tutturulur. Karıncaların bir tanesi ele alınır, arka tarafı sıkılır, bu suretle karınca ağzını açar. Ağız açılınca iç derinin iki kenarı karıncanın ağzına verilir, sonra makasla karınca ortasından kesilir, karınca acıdan eti ısırır. Daha sonra diğer bir karınca alınıp aynı şeyler tekrarlanır. Yara baştanbaşa karıncaların ağızları ile kapatılır. Her iki karıncanın aralıkları bir parmak mesafede olmalıdır. Bundan sonra dış tabaka (deri) pamuk ipliği geçirilmiş iğne ile dikilir. Dikişlerin araları ikişer parmak olup, aralıklarından hava ve rutubet çıkabilmelidir. Baştanbaşa dikilince yara uzunluğunca sargı konup üstü uzun bir bağ ile bağlanmalıdır. Tedavî müddetince, atın yemi yaş ve soğuk olmalıdır. Hayvan kabız olmamalıdır. Çünkü kontipasyonda defakasyon (dışkılama) esnasında karnın sıkılmasından dikişler sökülebilir. Yaraya yakın sakız yakısı vurup üçüncü gün sargı değiştirilir. Yaraya hurma, zift merhemleri gibi kavuşturucu ilaçlar sürülür. Evantrasyon tedavî eperasyonu sırasında Ebu Bekr bağırsakların, karın boşluğuna itilmeden önce, ılık alkolle yıkanmasını ihmâl etmemiştir. Kas tabakasını dikmek için katgüt yerine gene organik bir madde olarak karıncaları kullanması ilgi çekicidir. Operasyondan sonraki diyet de uygundur.

Ebu Bekr, hydrops ascides olaylarında karın boşluğuna biriken sıvıyı ponksiyon yolu ile boşaltmaktadır. Zamanından çok ileri tedavî metotları ile dolu olan bu makaleden sonra 9 ncu makalede Ebu Bekr 12 bab’da materia medika ve koteriasyon şekillerinden bahsetmiştir.

“ORTOPEDİ”
Kitabın 10 ncu ve sonuncu makalesi 15 bab’a ayrılmıştır. Ebu Bekr’in en rahatlıkla yazdığı bölüm burasıdır. İlk bablar çeşitli at nalları, nal çivileri ve nallama tekniğine ayırmıştır. 360 kadar nal çeşidi bildiğini yazmaktadır. Bu nallardan büyük bir kısmı ayak hastalık ve kusurlarında tedavî maksadı ile kullanmaktadır. “Topuk çalma hâlinde tırnağın dış tarafı iç tarafından daha fazla yontulduktan sonra, topuk çatan yer düz olan bir nalla orası yükseltilerek nallanır.” diyen yazar bazılarının ökçeleri fazla sıkıştırarak nallamalarının ökçe darlığına sebeb olduğunu ve daralan ökçenin tırnak çatlaklarını doğurduğunu büyük bir hazakatle yazmıştır.

Paytak bacaklılık olaylarında iç kenarları daha alçak nalla; ayağın kavisli (bou-leture) durumlarında ise tendoların kısalmasından tırnak dik bir pozisyon alır, bunu düzeltmek için ökçeleri düzeltir, alçatır ve sümbükte gagaları bulunan bir nalla tırnağı nallar ki yalnız bu bile bize Ebu Bekr’in ortopedi mevzuunda ne kadar modern olduğunu göstermeye yeterlidir. İtellilik, kronik farbür ve krapo gibi ayak hastalıklarının tedavilerinde çok uygun nallar kullanmıştır.

Kitabın son bölümünde katır ve merkep nallarından da bahseder.

Bu son makalede Ebu Bekr tarafından verilen bilgilere ne daha önceki eski Yunan eserlerinde ne de sonraki kitaplarda rastlanmaktadır. 17 nci hata 18 nci yüzyıldan sonradır ki ayak hastalıklarının nallarla tedavî ve düzeltme metotları Batıdan veteriner hekimliğine girmiştir.

Netice olarak Ebu Bekr 14.ncü asırda İslâm veteriner hekimliğinin Avrupa’ya nazaran çok üstün durumunu gösteren, zamanının veteriner ansiklopedisi diyebileceğimiz pek değerli eseri ile veteriner tarihinde parlak yer tutmaya hak kazanmıştır.

Hizmetten | Safvet Senih

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy