Bugünler de dün olacak

“Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz

Sen dağ gibi kurul, ben zerre bir yer tutayım.”

Cahit Zarifoğlu

Kıyısında çok keder birikmiş bir nehrin kalbiyle bakıyorum, olan bitene.

Her yanım hüzün yataklarından taşan akarsularla dolu sanki.

Dolu bir su bardağı gönüllerimiz. Üzerine değil minik bir çakıl taşı; gül yaprağı düşse, taşacak keyfiyette.

Çok gözyaşı ile yıkanmış yüzlerimiz, göz aydınlığı dileyecek günleri özlemekte.

Kırılmış umutlarla bekliyoruz, gelecek güzel günleri.

Her defasında yenilenen ve yenilen ümitlerle, özlüyoruz ayrı düştüğümüz sevdiklerimizi.

Bu dünyanın darılma dünyası değil; dayanma dünyası olduğunu da biliyoruz. Kara kışların ardından, mis kokulu baharların geleceğini de.

Yunus’un “Ne varlığa sevinirim/ Ne yokluğa yerinirim/ Aşkın ile avunurum / Bana Sen’i gerek Sen’i” dediği satıların arasında dolaşıyoruz, biteviye.

Birkaç gün evvel Fatma Görmez Hanım’ın, son izlediğimiz görüntüleri ile ilgili olarak konuştuğumuz, gözlerimiz dolup, sesimiz kısılınca, birbirimizi Allah’a emanet edip telefonu kapattığımız dostumla; birkaç gün sonra gecenin 02.00’lerinde Gökhan Öğretmen’e ağlıyoruz hıçkıra hıçkıra.

O, telefonun diğer ucunda. Kilometrelerce uzakta. Serin bir yaz gecesinin kuytusunda.

Ben ağustos sıcağının gece bile serinlemeye fırsat vermediği bir denize kıyısında, aynı hislerle yoğrulmaktayım.

“Uyudun mu?” diye bir mesaj önce.

Uyumadım canım arkadaşım, belli ki seni de uyutmamış hem dem olduğun dertler, dedim.

Aradı.

Sesi, ızdıraptan ve ağlamaktan iyice kısılmış; arada burnunu çeke çeke nefes alıyor, konuşuyordu usul usul..

Onu dinlerken, ne çok acı birikti Rabbim, dedim içimden.

Nasıl yandı ciğerlerimiz, yüreklerimiz..

Nasıl kaldırdı bu yükleri omuzlarımız?

Gökhan Öğretmenin son dakikalarını izledin mi, dedi. İçim parça parça, izledim dedim. Çok üzüldüm dedi. Ne kadar hırpalamışlar.

Gençliğinin baharında, iki çocuk babası bir meslektaşımızı kaybettik. Masumdu, zulmün ilk kurbanlarından oldu. Geride gözü yaşlı ama dimdik bir eş, bir kız ve bir erkek evlat bıraktı; dedi.

Evet, dedim.

Sen nasılsın, neler yapıyorsunuz memleketinizde dememle, sesinin tonunun biraz daha düşmesi bir oldu.

Bugün kızım öyle ağladı ki, susturamadım dedi ve anlatmaya başladı.

Yavrum üç yıldır babasından ayrı. Kapalı görüşlerde babasına “Baba camı kaldırsana aradan” ya da arkasından “Beni de götür” diyerek sarılmak istediği ve çok ağladığı için ziyarete götüremiyorum. 5 yaşındaki kızım, ayda 30 dakikalık açık görüşlerle baba hasretini gidermeye çalışıyor, biliyorsun.

Bugün sevinsin, yaşıtları gibi hayatına devam etsin diye, büyük bir alışveriş merkezinin içindeki oyun etkinliğine götürmüştüm onu. Herkes anne babası ile gelmiş, kızım  önceleri babası yanında olan çocuklara imrenerek bakmış, ardından elimi bırakıp oyunlara dalmıştı. Son zamanlarda parkta, markette sokakta, her nerede babası yanında olan bir çocuk görse; durup arkasından bakar, yüzündeki o çocukça gülümseyiş kaybolur. Yerini yetişkin bir insan hüznüne bırakırdı. Ben de dolan gözlerimi saklamaya çalışarak, neşelendirmeye çalışırdım onu.

Bu kez, o etkinlikteki sunucu bir soru sordu. Babası evde mutfağa girip yemek yapanlar kimler bakalım, parmak kaldırsın, dedi. Ben, kızımın vereceği tepkiyi merak ediyordum. O da diğer çocuklarla birlikte parmak kaldırdı. Şaşırmıştım. Henüz iki yaşındayken, bir gece yarısı onu beşiğinde bırakıp gitmek zorunda kalan babası ile böyle bir anısı olamamıştı hiç. Şimdi 5 yaşını bitirmiş, okula giden bir çocuk olmuştu.

Akşam olunca, onunla konuşmak istedim. Canım kızım, dedim. Bugünkü etkinlikte sen de parmak kaldırdın, diğer çocuklarla beraber. Baban evimizde olsaydı, onun yemek yapmasını mı isterdin, dedim. Evet anneciğim dedi, gülünce iyiden iyiye babasına benzeyen koyu kahverengi gözleriyle. Babam yanımızda olsaydı, o da mutfağa girip sana yardım ederdi. Hatta yemek bile yapardı. Ben de, o yüzden parmak kaldırdım. Hem anne biliyor musun, ben buradan artık çok sıkıldım. Kendi evimize dönelim. Dedemlerde kalmak istemiyorum. Babamı görmek istiyorum. Hemen gitmezsek, açık görüşü kaçırabiliriz. O zaman bir ay beklemek zorunda kalırız, babama sarılmak için. Babam kantinden benim en sevdiğim fındıklardan almıştır hem. Lütfen anne, evimize dönelim. Babama da gelsin artık, diyerek ağlamaya başladı.

Ağladı, ağladı, ağladı. Susturamadım. Onu o halde büyümüş sözler ederken, içinin yangınını dökerken görünce, dayanamadım. Ben de ağladım. Teselli vermeye çalıştım. Öptüm, sarıldım.  Ama artık yetemiyorum, yetişemiyorum. Bir anneyim ben. Üç yıldır kızıma hem anne hem baba, öğrencilerime öğretmen, eşimin her hafta görüşlerde yalnız bırakmayan ziyaretçisi. Yoruldum. Tükenmek üzereyim. Geceleri dikiş dikiyorum, mutfak önlüğü yapıp satıyorum kimselere muhtaç olmamak için. Okul zamanı birkaç öğrenciye özel derse gidiyorum, eşime harçlık verebilmek için. Kızımı büyütebilmek için. Bazen anne baba ve çocuklardan oluşan aileler görüyorum. Biz hep kızımla beraberiz. Bir de bizi yalnız bırakmayan vefalı teyzemiz. İşte böyle hocam, gece gece seni de üzmek istemezdim ama; konuşmasam paylaşmasam daha kötü olacaktım.

Uzunca bir müddet içini çeke çeke ağlayan kızımı susturup, kendi gözyaşlarımı da sildikten sonra; Gökhan Açıkkollu’nun eşi ile yapılan röportajı izledim. Halimden utandım. Benimki de dert mi, dedim. En azından gelme umudu vardı kızımın babasının. Hiç değilse görebiliyordum görüş günlerinde. Sesini duyup, sesimi duyurabiliyordum tüm kısıtlamalara rağmen.

Zor evet hocam, ama herkesin imtihanı kendine zor elbet. Veren de O (cc), alan da. Öyleyse, bu gam niye, dedim kendi kendime.  Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyip sıyrıldım endişelerimden, kederlerimden.İçim ferahladı, sadrım genişledi.

El-hak doğru söylüyorsun dostum, dedim.

İnanıyorum ki, bugünler de geçecek; dün olacak, dünde kalacak geçmez sandığımız acılar.

Büsbütün unutulmayacak belki ama, aynı ateşle de yanmayacak gönlümüz ömür boyu.

Ayrılık zor,  hasretlik ağır elbet.

Fakat biliyorum ki, “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz ahirette, birimiz dünyada olsak bile, biz yine birbirimizle beraberiz.” Yeter ki, mahşerde zulme uğramışlarla yazılsın ismimiz..

Amin, deyip dualarla kapattık telefonu. Uzak iki şehirde, birbirlerine teselli olan kanadı kırık kuşlardık. Kanayan yaralarımızı üfleyip, sardık. İki farklı şehirde, iki anne kalbi; binlerce annenin kalbi ile birlikte atıyordu şimdi.

Acılarda birleşen gönüllerimizi, sevinçlerin aydınlık iklimlerine salıver Ey Rabbim!

Kaynak:Fatma Betül Meriç-TR724

İlgili Yazılar

Ümidin Solukları (2): Tutuştur Baharı! | Selim Gül

Adaletin Gün Işığı… Sarı Tişörtlüler

Adaletsizliği Adaletle Yıkmak İçin…

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Gizlilik Bildirimi