Bir de böyle babayiğitler var; “Verdi, aldı!” diyorlar | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Yazar Mizan

Şimdi, üzülmenin bir gayr-ı iradî olan yanı var; muktezâ-i beşeriyet olarak, insanın içinde öyle bir üzüntü olabilir. “Ben usanmam gözümün nûru cefâdan amma / Ne kadar olsa cefâdan usanır cândır bu…” diyor Hak dostu (Keçecizâde İzzet Molla). Belki kararlısınız siz, üzülmemeye kararlısınız fakat muktezâ-i tabiat, bir yönüyle. كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ “Hayır hayır! Siz, peşin gelir olarak (gördüğünüz dünyanın) peşindesiniz ve onu tercih ediyorsunuz. Âhireti ise bir kenara koyuyorsunuz.” (Kıyâme, 75/20-21) Bu tabiat, birilerinde asliyet planında tesirini icrâ ediyor, onları dünyanın kulu-kölesi haline getiriyorsa, onun şöyle-böyle -Alfa tesiri var, Beta tesiri var, Gama tesiri var- radyoaktif tesiri sizde de olabilir. Fakat o mevzuda, iradenin hakkını vererek, hemen bir kısım argümanları kullanıp Allah’ın izni ve inayetiyle o şeyi bastırmak lazım.

Zâlimin zulmü karşısında, insanın içinin yanmaması, içsizliktir; fakat o yanan içinize, bir itfaiyeci gibi, yine siz su yetiştirmelisiniz!..

Şimdi çoğumuz derinden üzüntü yaşıyoruz. Belki, Kıtmir’in de aklına geliyor; o müesseselerin çoğunda amele gibi çalıştım ben. Yalan söylüyorlar, o arsaların hiçbirini onlar vermediler. Onları, bu iman ve Kur’an hizmetine, bizim temel kültür değerlerimize saygısı olan insanlar verdiler, katkıda bulundular. Bugün içeriye alınan insanlar, birer ırgat gibi, amele gibi çalıştılar; sa’ylerinin semeresini birer âbide olarak diktiler. Ve sonra bunu dünyaya açtılar, Allah’ın izni ve inayetiyle. Bugün onları ta’n u teşnîde bulunanların arpa kadar o işin içinde katkıları yoktur; “vardır!” diyorlarsa, şimdiye kadar bin tane yalanları tespit edilmiş, o yalancıların yalanlarından bin birincisi olur. Yalan!..

Evet, siz, emek vermiş, ter dökmüşsünüz; alışmış ve bir yönüyle gözünüzün nuru saymışsınız. Senelerce gitmiş, gelmiş, bakmışsınız. Çok güzel şeyler yaptığına şahit olmuşsunuz. O müesseselerden yetişenler, tıpkı Ashâb-ı kirâm gibi, hiç tereddüt etmeden -biraz evvel de geçtiği üzere- ağlayan anayı, ağlayan babayı, ağlayan eşi, ağlayan evladı bırakarak, îsâr ruhuyla dünyanın dört bir yanına açılmışlar. Önemli bir hizmet vermiş o müesseseler. Şimdi onlara gelip tepeden binmekle, tagallüple, tahakkümle, tasallutla, kayyım ile, kıyımcı tayin etmekle, o müesseseleri batırmakla, bir yönüyle kalbinize sürekli iğneler saplıyorlar gibi!.. Kalbinize iğne saplanırken acıyı duyacaksınız. Sizin iyiliğiniz için kan alırken, iğneyi saplıyorlar; acıyı duyuyor, ürperiyorsunuz. Bu, muktezâ-i beşeriyet; fizikî yapınızın gereği. Herhalde, o kadar bir sarsılma, o kadar bir titreme, o kadar bir “Uff-puff!” çekme, tabiatınızın muktezasıdır. Fakat Allah (celle celâluhu) size, iradesinin gölgesi, izafî bir “irade” vermiş; “meyelan” veya “meyelanda tasarruf” sözüyle tarif edilen bir şey vermiş. Onun hakkını kullanarak orada diyeceksiniz ki; اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَعْطَى فَأَخَذَ “Hamdolsun o Allah’a ki, vermişti, aldı!..”

Ben, çoğu arkadaşlardan da bunu dinledim: “Ben esasen işe bir yerde ırgat olarak başladım. Sonra İstanbul’a geldim, bir arsa aldım, Allah’ın izniyle orada kazındığım şeyle. Arsa, arsa doğurdu; arsa, arsa doğurdu; bina, bina doğurdu… Ve ondan bankalar binası yapıldı.. ondan villalar yapıldı.. ondan, dünyanın başka yerinde Selimiye camileri yapıldı. O gün, Allah onları vermişti; bugün de aldı!” Gülerek anlatıyor; “O kadar çok rahatım ki, vermişti, aldı!” diyor. Aynı zamanda meselenin mantığının mesnedini de söylüyor: “Belki içlerinde bir şey vardı bu kazanımların; öbür tarafta hesabını vermemem için, verdiği gibi aldı!..” Bir de böyle babayiğitler var. “Verdi, aldı!” diyorlar.

Ben kendimi onlarla mukayese edemiyorum. Kur’an-ı Kerim’de, bazen tâ Bakara sûre-i celilesinden başlıyorum, o duyguları içimden atabilmek için. Hakikaten, inanın bana, çok defa o sûreden o sûreye, o sûreden o sûreye atlayarak, يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ قُمِ اللَّيْلَ إِلاَّ قَلِيلاً “Ey örtüsüne bürünmüş olan! Kalk ve azı müstesna, geceyi ibadetle geçir.” (Müzzemmil, 73/1-2) veya يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ قُمْ فَأَنْذِرْ “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve insanları inzar et!” (Müddessir, 74/1-2) ayetlerinde buluyorum kendimi. “Kalk, Allah’a teveccüh et! İçini O’na dök! Ne diye elden-âlemden dert yanıyorsun!” Evet, içim yanıyor böyle, o olan şeyler karşısında!.. Aslında, zâlimin zulmü karşısında, insanın içinin yanmaması, içsizlik demektir, onun içi boş demektir. Ama o yanan içinize, bir itfaiyeci gibi, yine siz su yetiştireceksiniz; kendi kendinize şöyle sesleneceksiniz: “Tulumbanı al, yetiş imdada, yangın var / Dedim: ‘Zâhirde mi âşık?’ Dedi: ‘İhfâda yangın var!” Kalbde yangın var, söndür onu iradenle. Madem sen bir itfaiye memurusun, söndür o yangını!.. Evet, söndür; öbür taraftaki yangını söndürmenin vesilesi, öbür taraftaki ateşi söndürmenin vesilesi, bu!..

Bamteli: KALBE OKLAR SAPLANIRKEN

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy