Kürsü Ben Sizin Rabbiniz Değil miyim? Sualine Evet Rabbimizsin İle Cevap Verildiğine Aklî Delil Var mıdır? Egeli07/12/202101,2K Görüntüleme Bazı meseleler vardır ki, bunları aklen izâh etmek çok zordur. Anlatılabilirse de bu gibi Åeylerin ancak mümkün olduÄu anlatılabilir. Aslında, Allah (cc) böyle birÅeyden bahsediyorsa, artık meselenin itiraz edilecek tarafı kalmamıŠdemektir. Bu soruyu iki cihetten ele alabiliriz: 1) Böyle birÅey vâki olmuÅ mudur? OlmuÅsa, bunun isbatı nasıl yapılır? 2) Mü’min ferd bu iÅten haberdar olmuÅ mudur? Evvelâ, Cenâb-ı Hakk’ın, herhangi bir âlemde, ruhlara “Ben sizin Rabbiniz deÄil miyim?” Onların da: “Evet, Rabbimizsin.” demesi, kat’î midir? suali varid oluyor. Bu mevzu Kur’ân-ı Kerim’de iki âyette ele alınmıÅtır. Birisinde: “Rabbin, AdemoÄullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almıŠve onları kendilerine Åahid tutarak “Ben sizin Rabbiniz deÄil miyim (demiÅti)” (Araf, 7/172) denilmekte ve böyle bir sözün alındıÄından bahsedilmektedir. Eski ve yeni bütün tefsirciler bu söz alınma meselesinin hakkında pek çok Åey söylemiÅlerdir. Bir kısmı “zerrât âleminde daha atomlar halindeyken, ileride terkib hâline gelecek bu zerrelerden, ruhları ile beraber söz alınmıÅtır” demektedir. Bazı tefsirciler de, “bu, çocuÄun anne karnına düÅtüÄü zaman alınmıŠbir sözdür” derler. Bir hadis-i Åerifin de teyitine dayanarak, bazı mudakkik müfessirler de derler ki, “hayat nefh edildiÄi anda o insandan alınmıŠbir sözdür” (1) kanaatini izhar ederler. Esas itibarıyla Cenâb-ı Hakk’ın varlıklarla konuÅması çeÅit çeÅit ve deÄiÅiktir. Biz burada, belli bir Åekil, belli bir stilde konuÅuyoruz. Ama, bundan baÅka bizim iç dıŠduygularımız, zâhir ve bâtınımız, kafa ve ruhumuz, nefsî ve lafzî konuÅma tarzlarımız vardır… Zaman zaman bu dilleri de kullanır ve onlardan anlayanlara yine onlarla bir Åeyler anlatmaya çalıÅırız. Kalbin kendine göre bir konuÅması vardır ki, kalb konuÅur ama bu konuÅma duyulmaz. Bize deseler: “Kendi içinizden ne konuÅtunuz öyle” Biz de: “Åunu Åunu dedik” diye anlatır ve bu hususdaki kelimeleri de sırayla diziveririz. Bu nefsî bir konuÅmadır. Bazan olur ki, rüyalarımızda birÅeyler konuÅuruz. BaÅkalarından da birÅeyler duyarız. Ama yanımızda bulunan hiç kimse bunu duymamıÅtır. Sonra da kalkar, kelimesi kelimesine, konuÅtuÄumuz ve duyduÄumuz Åeyleri baÅkalarına naklederiz. Bu da deÄiÅik stilde bir konuÅma Åeklidir. Bazı kimseler uyanıkken dahi, misâl âleminden nazarlarına arz edilen misâlî levhaları görür ve misâli Åahıslarla konuÅurlar. Belki bir kısım maddeciler bunlara inanmaz ve “hallüsinasyon” derler, varsın desinler… Resûl-ü Ekrem’in (sav) mazhariyetlerinden bir tanesi de bu idi: Alem-i misâle, âlem-i berzaha ait misâlî levhalar, O’nun (sav) kudsî nazarına arz edilir, O da gördüÄünü, duyduÄunu, anladıÄını baÅkalarına neklederdi. Bu da ayrı bir konuÅma Åeklidir. Vahiy ise, bambaÅka bir konuÅma tarzıdır. Hz. Peygamber’e (sav), vahiy geliyordu. Efendimiz (sav) dıÅında kimse hiç birÅey duymuyor ve anlamıyordu. EÄer bu maddî kulaÄa gelecek birÅey idiyse, yakınında bulunan kimselerin de duyması gerekirdi. Oysa ki, bazan zevcelerinden birinin dizine baÅını koyup yatarken, veya mübarek dizini birinin dizine koyduÄu halde vahiy gelirdi de, O, (sav) duyardı ama, öbürleri ne birÅey duyar, ne de hissederlerdi. Resûl-ü Ekrem (sav), o vahyi, harfiyyen beller ve onlara anlatırdı. Bu da baÅka bir ses, baÅka bir konuÅma tarzıdır… Velinin kalbine ilham geliyor: Ãdeta onun içine birÅeyler fısıldanıyor. Bu da deÄiÅik stilde bir konuÅma. Morsla konuÅma gibi birÅey… Morsda nasıl “di.. di.. da..dit; dâ..dâ..dit” denir; operatör hemen maksadı anlar. Ãyle de bir kısım Åeyler velinin kalbine dikte edilir, veli de onlardan bir kısım mânâlar çıkarır. Meselâ: Veli: “Åu anda falan oÄlu falan kapının önüne geldi.” der, açarlar kapıyı ve bakarlar ki o adam karÅılarında… Bu da ayrı bir konuÅmadır. Bir de telepati var.. Åimdinin ilim adamları, bir gün o yolla mükemmel bir muhabere gerçekleÅtirebileceklerini hesaplıyorlar. Bu da ayrı bir konuÅma Åeklidir. Kalbin kalbe teveccühü, insanların birbiriyle içten muhaberesi. Bu da bir baÅka beyan… Bütün bunlardan anlaÅılıyor ki, Allah (cc), “lâ yuâd ve lâ yuhsâ” (sayısız, pek çok) konuÅma stilleri yaratmıÅ. Åimdi gelelim meselemize. Allah (cc) bize“Ben sizin Rabbiniz deÄil miyim?” (A’râf, 7/172) buyurdu; ama, bunu hangi konuÅma stilinde ifade etti bilemiyoruz. Åayet, velinin kalbine dikte edilen mors alfabesi gibi bir tarzla bildirmiÅse bunu, herhalde kulaklarımızla duyacaÄımız bir sesle beklememiz doÄru olamaz. Bu bir ilham ise, vahiy deÄildir. Vahiy ise, ilham deÄildir. Ruha bir konuÅma ise, cesede bir konuÅma deÄildir. Cesede bir hitap ise o zamanda ruha hitap nevinden deÄildir… Åu nokta çok önemlidir: Ä°nsanlar, misâl âleminde, berzah âleminde veya ervah âleminde gördükleri, duydukları Åeyleri, bu âlemin mikyasları ile deÄerlendirdikleri takdirde yanılırlar. Muhbir-i Sâdık (sav) bize diyor ki: “Kabirde Münker, Nekir gelir, size soru sorar.” Acaba adamın neyine soru soracaklar? Ä°ster cesedine sorsunlar, ister ruhuna; netice deÄiÅmez; ama, ölü duysa bile, onun yanında bulunan kimseler kat’iyen bunu duymazlar. Hatta bir teyp koyup, mikrofonunu da kabrin içine sokuverseler, yine bir ses tesbit edemezler. Ãünkü, artık mükaleme baÅka buudlarda cereyan ediyor, sizin buudlarınızda deÄil. Hani Einstein’in ve daha baÅkalarının ortaya attıÄı dördüncü, beÅinci buud var ya, iÅte bunun gibi, mekân deÄiÅikliÄine göre mesele deÄiÅecek, baÅka bir hüviyetle karÅınıza çıkacaktır. Binaenaleyh, bu(A’râf, 7/172) Allah’ın (cc) ruhla olan, ruha mahsus bir mükâlemesidir. Bunun tesirini ben duyayım, hıfz edeyim Åeklinde beklememek lâzımdır. Belki vicdandan bir his Åeklinde aksedeceÄi intizar edilmelidir. Biz vicdanla ve ona gelen ilhamlarda bunu hissedebiliriz. Bir keresinde bu meselenin izâhını yaparken, birisi dedi ki: “Ben bunu duymadım.” Ben de “Duydum” dedim. “Sen duymamıÅsan baÅının çaresine bak! Ãünkü, ben duyduÄumuzu çok iyi hatırlıyorum.” Ne ile duyduÄum sorulacak olursa; içimdeki ebed arzusuyla, mütenâhi olduÄum halde nâmütenâhi arzularımla duydum bu sesi. Evet esasen ben Allah’ı da bilemem; çünkü sınırlıyım. Sınırsızı nasıl idrâk edeyim? Ä°Åte sınırsıza karÅı içimdeki bu hâhiÅkarlık ve arzu ile duyduÄumu anlıyorum. Åu sınırlı âlemde benim gibi bir böcek, sınırlı âleminde, sınırlı hayatını yaÅayıp ölmesi gerekirken ve onun düÅünce sahasına giren Åeyler de böyle sınırlı Åeylerden ibaret olması gerekirken, ben sınırsızlık içinde nâmütenâhiyi düÅünüyorum. İçimde ebed arzusu var; ruhumda cennet ve Cemâlullah arzusunu taÅıyorum. Bütün dünya benim olsa, gamım gitmiyor. İçimde bu hâl var da, bundan dolayı ben “onu duydum” diyorum. Vicdan dediÄimiz Åey ne ise, kendisine ait fakülteleriyle, bölümleriyle daima Allah’ı terennüm eder ve o hiç yalan söylemez. Ona arzu ettiÄi, taleb ettiÄi Åeyi verdiÄiniz zaman, onu huzura kavuÅturmuÅ olursunuz. Onun için Lâtife-i Rabbâniye olan kalbin ancak, vicdanın bu huzuru ile huzura kavuÅacaÄına iÅareten Kur’ân-ı Kerim: “Dikkat edin! Kalbler, ancak Allah’ı zikir ve O’nu duyuÅla mutmain olur, oturaklaÅır ve huzura kavuÅur.” (Ra’d, 13/28) buyuruyor. Bir diÄer husus da Åudur. Bergson gibi bir kısım feylesoflar bütün aklî, naklî delilleri bir tarafa bırakarak, Allah’ın varlıÄında sadece vicdanlarını delil olarak kullanmıÅlardır. Hatta bir keresinde Kant, “Ben, Allah’ı azametine uygun anlayabilmek için bütün malumatımı arkaya attım!” der. Bergson sadece “sezgi”siyle bu istikamette yol almak ister ve onun tek delili de vicdanıdır… Vicdan, Allah’ı inkârdan muzdaribtir. Vicdan Allah’a imanla huzura kavuÅur. Ä°nsan vicdanın sesini derinden derine dinlediÄi zaman ezelî ve ebedî bir Ma’bud arzusunu her zaman onun içinde duyacaktır. Ä°Åte bu hâl, bu edâ, insanın vicdanında sessiz kelimelerle ifadesini bulan ve Allah-u Teala’nın:“Ben sizin Rabbiniz deÄil miyim?” (A’raf, 7/172) hitabına verilen: بÙÙÙÙ “Evet Rabbimizsin” cevabıdır ki; dikkat etse herkes, ruhun derinliklerinden kopup yükselen bu sesi duyabilir. Yoksa bu kafada, cesedde aranırsa tenakuza düÅülmüŠolur. O, herkesin vicdanında vardır, meknîdir. Ancak, isbatı, kendi sahasında yapılabilir bir hususdur. Ehl-i tahkik, ehl-i Åuhud, asfiyâ, evliyâ ve enbiyâ, bunu açık seçik, görmüŠve göstermiÅlerdir. Ama, aklî isbatına gelince, tabiî, bazı meselelere aklî dendiÄi zaman mahsusatı isbat ettiÄimiz gibi, yani size bir çınar aÄacını, bir çam aÄacını göstermek gibi, bunu göstermemiz mümkün deÄildir. Vicdanını dinleyen, içinden geçenleri seyreden, bunu görecek, bilecek ve duyacaktır. [1] Elmalılı, IV/167-175; (Ä°stanbul 1992, Azim DaÄıtım) [2] Buharî, Cenâiz, 87 Kaynak:M.Fethullah Gülen / Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader