Basiretli ve Hakperest Bir Âlim Ferîd el-Ensârî

Yazar Recep Atıcı

RECEP ATICI

Hocaefendi ile kucaklaşma arzusuyla dopdoluyum; ama biraz düşününce anlıyorum ki o kucaklaşılacak bir adam değil, elleri öpülecek bir adam. Fakat yine de ona sarılmak istiyorum ki onun kalb atışlarını hissedeyim. Böylece onun sırlarını alma imkânım olsun. Bana bu konuda fırsat verirse çok mesrur olacağım. Şunu da biliyorum ki benim gibi birisinin onunla kucaklaşma isteği edebe uygun değil. Edebe uygun olan, onun ellerini öpmek. Hocaefendi maddeten hiçbir şeye sahip değil; ama aynı zamanda da her şeye sahip. Bu da peygamber varisi olmanın hususiyetlerinden biri. Allah (celle celâluhu) için şehadet ederim ki Hocaefendi her şeyi Allah için yapıyor.”

Hocaefendi hakkında çok içten ve hasret dolu bir sinenin özlemi diyebileceğimiz bu ifadeler Faslı âlim Prof. Dr. Ferîd el-Ensârî’ye aittir. Bu sözler, onun muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye karşı duyduğu muhabbeti ilan etme hususunda ne kadar kadirşinas olduğunun bir emaresidir.

Ferîd el-Ensârî, 1960 yılında Fas’ın güney doğusundaki Reşidiyye’de dünyaya gelir. Başarılı bir orta eğitimden sonra, Fes şehrindeki Muhammed b. Abdullah Üniversitesine bağlı Edebiyat Fakültesinde yüksek tahsilini tamamlar. Daha sonra doktorasını Muhammediye şehrinde, Fıkıh Usulü konusunda, Fas’ın tanınmış âlimlerinden Prof. Dr. Şahid el-Buşihî’nin gözetiminde yapar. Hocası onun için, “Ferîd gerçekten sahasında Ferîddir (tekdir). Allah onu ilim ve ilmî araştırmalar için yaratmıştır desek abartmış olmayız.” der. Ensârî, bir yandan Mevlâye İsmail Üniversitesinde derslere girerken diğer yandan aynı üniversitede fetva heyeti başkanlığını yürütür. İlmî şahsiyeti ve gönül ehli kişiliğinin yanı sıra güçlü bir hatip olan Ensârî, Kur’ân’ın daha iyi anlaşılması için “Kur’ân Meclisleri” adı altında çalışmalar yapar ve etrafında ciddi bir takipçi kitlesi oluşur. 20’den fazla kitabı ve çok sayıda makalesi vardır.

Ferîd el-Ensârî, “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur.” düşüncesini erken yaşta fark etmiş ve dünya tarlasına çok semeredar tohumlar ekmiştir. Bu düşünceye matuf ülkemizde düzenlenen “Bediüzzaman ve Risale-i Nur” konferanslarına bildiri göndermede de çok cömerttir. Risale-i Nur’ları inceledikten sonra, Risâle-i Nur’un Anahtar Kavramları adıyla Türkçeye çevrilen bir eser yazar. Daha sonra Âhiru’l-Fürsan (Son Süvari) romanını telif eder. Türkçeye de çevrilmiş olan bu eser bir vasiyet mektubu, bülbülün son nağmesi veya şairin en son güftesi gibidir. Kitabını Müslüman gençlere ithaf eden Ensârî, yeniden dirilişin muştularını ve Nübüvvet davasına sahip çıkacak Şehsuvar’ı resmeder. Bu eser, Ensârî’nin Üstad Bediüzzaman’a duyduğu muhabbetin cümlelere dökülmüş hâlidir.

Ensarî ülkemize gelip gitse de ilk zamanlarda Hocaefendi ve Hizmet Hareketinden habersizdir. Ancak yeryüzüne yağmur taneleri gibi inen ve indiği her yeri yeşerten Kur’ân ve iman hizmetinin nuru, husuf veya küsuf ile örtülemez hâle gelir. Basireti açık olan Ensârî’nin hocası Buşihî, bu nuru fark eder ve talebesine, “Kitap fuarında, Mevazîn (Ölçü veya Yoldaki Işıklar) isimli bir kitap gördüm, çok hoşuma gitti. Bana öyle geldi ki bu yeni ve farklı bir ses, bir söz! Bununki ilimden ziyade hikmet!” diyerek müellifin araştırılmasını ister. Ensârî, İstanbul’a ilk gelişinde, Risale-i Nur’ları Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Bey’e Hocaefendi’yi sorar. O da “Bak yanımızda onun talebesi Nevzat Savaş var. Onun kim olduğunu sana o anlatsın.” der. İlk muarefe böyle başlar ve Ensârî, Nevzat Bey’e akşam vaktinden sabah ezanına kadar soru sorar. Sonunda, “Buldum! Buldum!” diyerek sevinç çığlıkları atar.

Ensârî’nin Hocaefendi ile gıyabî tanışması işte bu vesileyle olur. Ömrünün son yıllarında, önce Bediüzzaman, sonra da Hocaefendi ile muarefesi, kendisini içten içe sevindirir ve bu durum onun hayatında muhteşem bir değişiklik yapar. Onasıl bir fıtrat ise, birdenbire amudî yükselişe geçerek gösterdiği himmet ve gayret ile gönüllere taht kurar. Hocaefendi’ye ait şu ifadeler onun gönüllerdeki yerinin resmi gibidir: “Elli türlü hastalığım var. Ama yine de günlerce kendime dua etmekten ziyade namazlardan sonra onun için dua ettim. Çünkü o ve onun gibilerin İslam’a benden daha fazla hizmet edeceklerine inandım. Bir Ferîd el-Ensârî kadar samimi olacağıma hiçbir zaman inanmadım. Namaz kılmıştım, vefatını haber verdiler; yerimden kalkamadım. Ben kendisiyle hiç görüşemedim; onu yazdıklarından, gönderdiği mektuplarından tanıyorum. O sonradan yola çıkıp öne geçenlerden biriydi.”

Rahatsızlandığı bir dönemde hem cismanî hem de ruhî hastalıklarına şifa aramak ümidiyle İstanbul’a, ihtişamlı mâzinin haziresine çadırını kuran Ensârî, Sema Hastanesinde misafir edilir. Kanser metastaz seviyesine ulaşmıştır. Ağrıların şiddetli olduğu böyle bir safhada yatakta yazı yazmak sadece dile kolaydır. Ancak o, ölüme gün sayarken bile çok ulvî bir düşünceyle son eserini (Avdetü’l-Fürsan/Süvarinin Dönüşü) yazar. Kendisinin de çerçevesini tam kestiremediği ve “belki bir roman, belki bir hayatın serencamı, belki bir şiir ve belki de bir tarih kitabı…” dediği bu eserini gençlere ithaf eder ve onlara örnek bir Müslüman portresi sunar. Bir fıkıh âlimi olan Ensârî, kaleme aldığı bu son iki eseriyle arkasında binlerce insana yetecek bir yâd-ı cemil bırakır ve 6 Kasım 2009’da ruhunun ufkuna yürür.

Ensârî ile Hocaefendi, şartlar elvermediği için yüz yüze görüşemezler. Ancak ikisi arasında derin bir kalbî alaka ve irtibatın bulunduğunu, Hocaefendi’nin onun vefatı vesilesiyle söylemiş olduğu şu sözler göstermektedir: “Allah (celle celâluhu) birini seviyorsa, aynı zamanda onu insanlara da sevdirir. Ferîd el-Ensârî, onlar içinde hep en önde gelenlerden biriydi. Çok hızlı hareket eden insanlar vardır. Yarışlarda da görürsünüz; ahesterevlik ediyor gibi davranır, fakat bir de bakarsınız bilmem kaç metre önde ipi göğüsler ve yarışı kazanır. O insana bakıyorum; böyle hasta, alîl hâliyle Hazreti Üstad’ın romanını yazdı. Kanserin pençesinde olmasına rağmen, ‘Bu işi ölmeden bitirmem lazım, bu mesele yarım kalmamalı.’ diyerek çırpınıp durdu. Bir ibadet ü taat neşvesi içinde meseleye sahip çıktı. Bunlar kim bilir onu nasıl amudî olarak evc-i kemâlât-ı insaniyeye çıkardı, bilemeyiz. (Orası) takdir-i Hüda’ya ait.”

Ensârî hem Hocaefendi’den hem de Hizmet Hareketinin merkezi olan Anadolu’dan cismen çok uzakta olmasına rağmen bu hareketin sırlar dünyasına yelken açabilecek kadar yakındır. Hareketin mensuplarıyla ilgili yazdığı “Er Oğlu Erler” yazısından alınan şu ifadeler bunun göstergesidir: “Onları görmemiş olsaydım, haklarında duyduklarımın, bir hayal ürünü, bir vehim veya bir abartma olduğuna hükmedecektim. Ancak gördüm onları. Onlar, âdeta Sahabe neslinin izdüşümü gibi, çok önemli iki hasleti aynı anda kendilerinde barındırmaktadırlar: Hicret ve nusret (yardım). Onların kimisinin ‘Muhacir’, kimisinin de ‘Ensar’ olduğu zehabına kapılmayın sakın. Aksine –Sahabenin erişilmez ve muallâ konumu müstesna– onlar hem ‘Muhacir’ hem de ‘Ensar’ misyonunu temsil etmektedirler.”

Bununla beraber hemen her asırda olduğu gibi günümüzde de maalesef tedavisi çok zor olan bir yakın körlüğü, yakın sağırlığı var. Dolayısıyla bazı insanların meseleleri yakından tanımalarına rağmen kendilerine yakışmayan bir uzaklık tavrı sergilediklerini görmek mümkün. Miyop olan insanların gözlük alarak bu problemi çözdükleri gibi, basiret körlüğü diyebileceğimiz yakın körlüğünü de giderecek bir gözlük keşke icat edilebilseydi! O zaman yakını görmeye mâni olan yanlışları silmek ve insanın yanı başında inkişaf eden güzellikleri görmesini sağlamak daha kolay olurdu.

Mekke’nin fethine kadar Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) karşısında duran Ebû Süfyan (radıyallâhu anh), iman ettikten sonra Yermûk savaşına katılır. Savaşta gözüne isabet eden ok sebebiyle gözü çıkar. Ebû Süfyan, bu gözü avucuna aldıktan sonra diğer gözüyle ona mahzun ve mükedder bakar ve “Neye yararsın ki… Yetmiş sene kendi yakınındaki sahibini görmedin!”diyerek onu yere atar. Bu yakınında olanı görememenin hâsıl ettiği bir pişmanlıktır. Ne yazık ki “yakın körlüğü” olarak ifade edilen bu basiret körlüğü, nice hakikatlerden mahrum kalmaya sebebiyet vermektedir.

NOT: Bu yazı Çağlayan dergisinden alınmıştır. 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy