Allah Resûlü’nün Getirdiği İklim

Yazar Egeli

Allah Resûlü’nün, yarınları bugün gibi, hatta avucunun içi gibi görmesi, O’na has bir keyfiyetti. Hudeybiye’den çıkardığımız o büyük ders de işte budur. Allah Resûlü öyle yeni, taze düsturlar ortaya koymuştur ki, zamanın yaşlanıp değişmesine mukabil bu düsturlar hep taze kalmakta hatta daha gençleşmektedir.

Allah Resûlü Allah tarafından bir kısım dinî disiplinler ve prensiplerle ortaya çıkmış ve kendi asrında bunları o asrın insanına tebliğ ve talim etmiştir. Onlar da bize kadar bu meseleleri ulaştırmışlardır. Bütün geçmişlerimizden Allah (celle celâluhu) ebeden razı olsun! Bir kadirşinaslık ifadesi olarak bu mevzuda Kur’ân bize şunu talim eder:

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَِلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِاْلإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا

“Allahım, bizi mağfiret eyle, Allahım, bizden evvel bu işe omuz vermiş, bu davayı göğüslemiş, şimdiye kadar bu işi getirmiş ne kadar selefimiz ve geçmişimiz varsa hepsini de mağfiret eyle.. ve inananlara karşı kalblerimizi gıll ü giştan koru.”[1]

Ta sahabe-i kirama kadar dillerimizde bu, bir kadirşinaslık ifadesidir. Her mezarın başında durup Fatiha okuduğumuzda bu kadirşinaslığı ifade etmeye çalışırız. Seleflerimiz bugüne kadar, tahminlerin üstünde bir performans sergileyerek, Allah Resûlü’nün arkasından birbirini takip eden bir sürü devlet kurmuşlardır. Bir Batılı diyor ki: “Hz. Muhammed çok büyüktür.” Neden? Çünkü ortaya attığı düstur, prensip ve disiplinlerle, yüze yakın devlet kurulmuş, pek çok medeniyetin mimarı olunmuş, dünyanın dört bir yanına ordular gönderilmiş ve bu ordular, başlarındaki liyakatli insanlarla her gittikleri yerden başarıyla dönmüşlerdir. Hatta bu yerlere sadece birer fatih olarak değil aynı zamanda birer ilim meşalesi gibi gitmişler ve dünyanın dört bir yanında ilim ocakları tüttürmüşlerdir.

İşte Bağdat, işte Orta Asya’da düşmanlarımızın yıkmalarına rağmen, hâlâ yıkıp bitiremedikleri mâbedlerimiz, külliyelerimiz, şifahanelerimiz, camilerimiz ve işte muhteşem Endülüs! İlim ve sanat dâhilerini hayretten hayrete sevkeden bütün kadim âsârıyla.. kültürü ve sanatıyla.. ahlâkı ve insanlığın müşterek değerlerine saygısıyla! Beş yüz senelik gaddar bir zaman cenderesinde ufalana ufalana yok edilme kertesine geldikten sonra bile bu bakiye-i mağdure karşısında ürpermemek kabil değil.

Bir de onlara sanatçı, estetiğe vâkıf münsif düşünürlerin gözleriyle bakılabilse… Kim bilir ne harika şeyler sezilecek ve ne ledünnî duygulara ulaşılacaktır!

Evet, O’ndan sonra ve O’nun izleri üzerinde binlerce ilim yuvası kurulduğu, yüzbinlerce ilim ve sanat adamı yetiştiği gibi, O’nun getirdiği sistemi temsil eden yüzlerce devlet kuruldu. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Harzemiler, Karahanlılar ve şanlı Osmanlı Devleti bunlardan sadece birkaçı…

İslâm dini, Hıristiyanlıkla mukayese edilmemelidir. Hıristiyanlık hiçbir zaman kiliseyi aşamadı. Devlet, ya teokratik idare dediğimiz papazların kafalarından çıkan içtihatlarla veya materyalist insanların kafalarından çıkan dünyevî prensiplerle idare edildi. Ama Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mesajı ve dini öyle değildi. O, kitap ve Sünnet’in canlı, derin, âlemşümul, içtihada açık, tecdit derinlikli esasları üzerine kuruldu ve devam etti. Onun ikliminde zaman değişiyor, suret değişiyor, mânâ ve muhteva bâki kalıyordu. Bu dünyada medeniyetlerin, devletlerin biri batıyor, arkadan bir başkası doğuyor ve devamlı güneşler kol geziyordu.

Evet, meselâ, daha biri bitmeden öbürü hemen zuhur ediyor: Selçuklular kendi devirlerini, fonksiyonlarını tamamlar tamamlamaz, Allah (celle celâluhu) Söğüt’ün bünyesinde, ileride kelebek olup ışığa koşacak yeni bir Yusufçuk yetiştiriyordu. İpek böceği kelebek oluyor, kelebek üveyikleşiyor, üveyik de tavuslaşıyor ve Muhammedî semalarda şehbal açıyor, uçuyordu.. arızasız, eksiksiz; tabiatın içinde varlıkla bütünleşerek.. yeryüzünde Allah’ın halifesi olma televvün ve derinlikleriyle.

Evet, bu mânâ ve muhtevada büyük küçük yüzlerce devlet hep O’nu temsil ettiler, “Senden medet alıyoruz, medet ey Sultan-ı Rusül!” dediler. Ve Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o semavî sofrasından istifade etti, O’nunla şekillendi, O’nunla yapılandılar…

[1] Haşr sûresi, 59/10.

Allah Resûlü’nün, yarınları bugün gibi, hatta avucunun içi gibi görmesi, O’na has bir keyfiyetti. Hudeybiye’den çıkardığımız o büyük ders de işte budur. Allah Resûlü öyle yeni, taze düsturlar ortaya koymuştur ki, zamanın yaşlanıp değişmesine mukabil bu düsturlar hep taze kalmakta hatta daha gençleşmektedir.

Allah Resûlü Allah tarafından bir kısım dinî disiplinler ve prensiplerle ortaya çıkmış ve kendi asrında bunları o asrın insanına tebliğ ve talim etmiştir. Onlar da bize kadar bu meseleleri ulaştırmışlardır. Bütün geçmişlerimizden Allah (celle celâluhu) ebeden razı olsun! Bir kadirşinaslık ifadesi olarak bu mevzuda Kur’ân bize şunu talim eder:

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَِلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِاْلإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا

“Allahım, bizi mağfiret eyle, Allahım, bizden evvel bu işe omuz vermiş, bu davayı göğüslemiş, şimdiye kadar bu işi getirmiş ne kadar selefimiz ve geçmişimiz varsa hepsini de mağfiret eyle.. ve inananlara karşı kalblerimizi gıll ü giştan koru.”[1]

Ta sahabe-i kirama kadar dillerimizde bu, bir kadirşinaslık ifadesidir. Her mezarın başında durup Fatiha okuduğumuzda bu kadirşinaslığı ifade etmeye çalışırız. Seleflerimiz bugüne kadar, tahminlerin üstünde bir performans sergileyerek, Allah Resûlü’nün arkasından birbirini takip eden bir sürü devlet kurmuşlardır. Bir Batılı diyor ki: “Hz. Muhammed çok büyüktür.” Neden? Çünkü ortaya attığı düstur, prensip ve disiplinlerle, yüze yakın devlet kurulmuş, pek çok medeniyetin mimarı olunmuş, dünyanın dört bir yanına ordular gönderilmiş ve bu ordular, başlarındaki liyakatli insanlarla her gittikleri yerden başarıyla dönmüşlerdir. Hatta bu yerlere sadece birer fatih olarak değil aynı zamanda birer ilim meşalesi gibi gitmişler ve dünyanın dört bir yanında ilim ocakları tüttürmüşlerdir.

İşte Bağdat, işte Orta Asya’da düşmanlarımızın yıkmalarına rağmen, hâlâ yıkıp bitiremedikleri mâbedlerimiz, külliyelerimiz, şifahanelerimiz, camilerimiz ve işte muhteşem Endülüs! İlim ve sanat dâhilerini hayretten hayrete sevkeden bütün kadim âsârıyla.. kültürü ve sanatıyla.. ahlâkı ve insanlığın müşterek değerlerine saygısıyla! Beş yüz senelik gaddar bir zaman cenderesinde ufalana ufalana yok edilme kertesine geldikten sonra bile bu bakiye-i mağdure karşısında ürpermemek kabil değil.

Bir de onlara sanatçı, estetiğe vâkıf münsif düşünürlerin gözleriyle bakılabilse… Kim bilir ne harika şeyler sezilecek ve ne ledünnî duygulara ulaşılacaktır!

Evet, O’ndan sonra ve O’nun izleri üzerinde binlerce ilim yuvası kurulduğu, yüzbinlerce ilim ve sanat adamı yetiştiği gibi, O’nun getirdiği sistemi temsil eden yüzlerce devlet kuruldu. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Harzemiler, Karahanlılar ve şanlı Osmanlı Devleti bunlardan sadece birkaçı…

İslâm dini, Hıristiyanlıkla mukayese edilmemelidir. Hıristiyanlık hiçbir zaman kiliseyi aşamadı. Devlet, ya teokratik idare dediğimiz papazların kafalarından çıkan içtihatlarla veya materyalist insanların kafalarından çıkan dünyevî prensiplerle idare edildi. Ama Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mesajı ve dini öyle değildi. O, kitap ve Sünnet’in canlı, derin, âlemşümul, içtihada açık, tecdit derinlikli esasları üzerine kuruldu ve devam etti. Onun ikliminde zaman değişiyor, suret değişiyor, mânâ ve muhteva bâki kalıyordu. Bu dünyada medeniyetlerin, devletlerin biri batıyor, arkadan bir başkası doğuyor ve devamlı güneşler kol geziyordu.

Evet, meselâ, daha biri bitmeden öbürü hemen zuhur ediyor: Selçuklular kendi devirlerini, fonksiyonlarını tamamlar tamamlamaz, Allah (celle celâluhu) Söğüt’ün bünyesinde, ileride kelebek olup ışığa koşacak yeni bir Yusufçuk yetiştiriyordu. İpek böceği kelebek oluyor, kelebek üveyikleşiyor, üveyik de tavuslaşıyor ve Muhammedî semalarda şehbal açıyor, uçuyordu.. arızasız, eksiksiz; tabiatın içinde varlıkla bütünleşerek.. yeryüzünde Allah’ın halifesi olma televvün ve derinlikleriyle.

Evet, bu mânâ ve muhtevada büyük küçük yüzlerce devlet hep O’nu temsil ettiler, “Senden medet alıyoruz, medet ey Sultan-ı Rusül!” dediler. Ve Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o semavî sofrasından istifade etti, O’nunla şekillendi, O’nunla yapılandılar…

[1] Haşr sûresi, 59/10.

Allah Resûlü’nün, yarınları bugün gibi, hatta avucunun içi gibi görmesi, O’na has bir keyfiyetti. Hudeybiye’den çıkardığımız o büyük ders de işte budur. Allah Resûlü öyle yeni, taze düsturlar ortaya koymuştur ki, zamanın yaşlanıp değişmesine mukabil bu düsturlar hep taze kalmakta hatta daha gençleşmektedir.

Allah Resûlü Allah tarafından bir kısım dinî disiplinler ve prensiplerle ortaya çıkmış ve kendi asrında bunları o asrın insanına tebliğ ve talim etmiştir. Onlar da bize kadar bu meseleleri ulaştırmışlardır. Bütün geçmişlerimizden Allah (celle celâluhu) ebeden razı olsun! Bir kadirşinaslık ifadesi olarak bu mevzuda Kur’ân bize şunu talim eder:

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَِلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِاْلإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا

“Allahım, bizi mağfiret eyle, Allahım, bizden evvel bu işe omuz vermiş, bu davayı göğüslemiş, şimdiye kadar bu işi getirmiş ne kadar selefimiz ve geçmişimiz varsa hepsini de mağfiret eyle.. ve inananlara karşı kalblerimizi gıll ü giştan koru.”[1]

Ta sahabe-i kirama kadar dillerimizde bu, bir kadirşinaslık ifadesidir. Her mezarın başında durup Fatiha okuduğumuzda bu kadirşinaslığı ifade etmeye çalışırız. Seleflerimiz bugüne kadar, tahminlerin üstünde bir performans sergileyerek, Allah Resûlü’nün arkasından birbirini takip eden bir sürü devlet kurmuşlardır. Bir Batılı diyor ki: “Hz. Muhammed çok büyüktür.” Neden? Çünkü ortaya attığı düstur, prensip ve disiplinlerle, yüze yakın devlet kurulmuş, pek çok medeniyetin mimarı olunmuş, dünyanın dört bir yanına ordular gönderilmiş ve bu ordular, başlarındaki liyakatli insanlarla her gittikleri yerden başarıyla dönmüşlerdir. Hatta bu yerlere sadece birer fatih olarak değil aynı zamanda birer ilim meşalesi gibi gitmişler ve dünyanın dört bir yanında ilim ocakları tüttürmüşlerdir.

İşte Bağdat, işte Orta Asya’da düşmanlarımızın yıkmalarına rağmen, hâlâ yıkıp bitiremedikleri mâbedlerimiz, külliyelerimiz, şifahanelerimiz, camilerimiz ve işte muhteşem Endülüs! İlim ve sanat dâhilerini hayretten hayrete sevkeden bütün kadim âsârıyla.. kültürü ve sanatıyla.. ahlâkı ve insanlığın müşterek değerlerine saygısıyla! Beş yüz senelik gaddar bir zaman cenderesinde ufalana ufalana yok edilme kertesine geldikten sonra bile bu bakiye-i mağdure karşısında ürpermemek kabil değil.

Bir de onlara sanatçı, estetiğe vâkıf münsif düşünürlerin gözleriyle bakılabilse… Kim bilir ne harika şeyler sezilecek ve ne ledünnî duygulara ulaşılacaktır!

Evet, O’ndan sonra ve O’nun izleri üzerinde binlerce ilim yuvası kurulduğu, yüzbinlerce ilim ve sanat adamı yetiştiği gibi, O’nun getirdiği sistemi temsil eden yüzlerce devlet kuruldu. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Harzemiler, Karahanlılar ve şanlı Osmanlı Devleti bunlardan sadece birkaçı…

İslâm dini, Hıristiyanlıkla mukayese edilmemelidir. Hıristiyanlık hiçbir zaman kiliseyi aşamadı. Devlet, ya teokratik idare dediğimiz papazların kafalarından çıkan içtihatlarla veya materyalist insanların kafalarından çıkan dünyevî prensiplerle idare edildi. Ama Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mesajı ve dini öyle değildi. O, kitap ve Sünnet’in canlı, derin, âlemşümul, içtihada açık, tecdit derinlikli esasları üzerine kuruldu ve devam etti. Onun ikliminde zaman değişiyor, suret değişiyor, mânâ ve muhteva bâki kalıyordu. Bu dünyada medeniyetlerin, devletlerin biri batıyor, arkadan bir başkası doğuyor ve devamlı güneşler kol geziyordu.

Evet, meselâ, daha biri bitmeden öbürü hemen zuhur ediyor: Selçuklular kendi devirlerini, fonksiyonlarını tamamlar tamamlamaz, Allah (celle celâluhu) Söğüt’ün bünyesinde, ileride kelebek olup ışığa koşacak yeni bir Yusufçuk yetiştiriyordu. İpek böceği kelebek oluyor, kelebek üveyikleşiyor, üveyik de tavuslaşıyor ve Muhammedî semalarda şehbal açıyor, uçuyordu.. arızasız, eksiksiz; tabiatın içinde varlıkla bütünleşerek.. yeryüzünde Allah’ın halifesi olma televvün ve derinlikleriyle.

Evet, bu mânâ ve muhtevada büyük küçük yüzlerce devlet hep O’nu temsil ettiler, “Senden medet alıyoruz, medet ey Sultan-ı Rusül!” dediler. Ve Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o semavî sofrasından istifade etti, O’nunla şekillendi, O’nunla yapılandılar…

[1] Haşr sûresi, 59/10.

Allah Resûlü’nün, yarınları bugün gibi, hatta avucunun içi gibi görmesi, O’na has bir keyfiyetti. Hudeybiye’den çıkardığımız o büyük ders de işte budur. Allah Resûlü öyle yeni, taze düsturlar ortaya koymuştur ki, zamanın yaşlanıp değişmesine mukabil bu düsturlar hep taze kalmakta hatta daha gençleşmektedir.

Allah Resûlü Allah tarafından bir kısım dinî disiplinler ve prensiplerle ortaya çıkmış ve kendi asrında bunları o asrın insanına tebliğ ve talim etmiştir. Onlar da bize kadar bu meseleleri ulaştırmışlardır. Bütün geçmişlerimizden Allah (celle celâluhu) ebeden razı olsun! Bir kadirşinaslık ifadesi olarak bu mevzuda Kur’ân bize şunu talim eder:

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَِلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِاْلإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا

“Allahım, bizi mağfiret eyle, Allahım, bizden evvel bu işe omuz vermiş, bu davayı göğüslemiş, şimdiye kadar bu işi getirmiş ne kadar selefimiz ve geçmişimiz varsa hepsini de mağfiret eyle.. ve inananlara karşı kalblerimizi gıll ü giştan koru.”[1]

Ta sahabe-i kirama kadar dillerimizde bu, bir kadirşinaslık ifadesidir. Her mezarın başında durup Fatiha okuduğumuzda bu kadirşinaslığı ifade etmeye çalışırız. Seleflerimiz bugüne kadar, tahminlerin üstünde bir performans sergileyerek, Allah Resûlü’nün arkasından birbirini takip eden bir sürü devlet kurmuşlardır. Bir Batılı diyor ki: “Hz. Muhammed çok büyüktür.” Neden? Çünkü ortaya attığı düstur, prensip ve disiplinlerle, yüze yakın devlet kurulmuş, pek çok medeniyetin mimarı olunmuş, dünyanın dört bir yanına ordular gönderilmiş ve bu ordular, başlarındaki liyakatli insanlarla her gittikleri yerden başarıyla dönmüşlerdir. Hatta bu yerlere sadece birer fatih olarak değil aynı zamanda birer ilim meşalesi gibi gitmişler ve dünyanın dört bir yanında ilim ocakları tüttürmüşlerdir.

İşte Bağdat, işte Orta Asya’da düşmanlarımızın yıkmalarına rağmen, hâlâ yıkıp bitiremedikleri mâbedlerimiz, külliyelerimiz, şifahanelerimiz, camilerimiz ve işte muhteşem Endülüs! İlim ve sanat dâhilerini hayretten hayrete sevkeden bütün kadim âsârıyla.. kültürü ve sanatıyla.. ahlâkı ve insanlığın müşterek değerlerine saygısıyla! Beş yüz senelik gaddar bir zaman cenderesinde ufalana ufalana yok edilme kertesine geldikten sonra bile bu bakiye-i mağdure karşısında ürpermemek kabil değil.

Bir de onlara sanatçı, estetiğe vâkıf münsif düşünürlerin gözleriyle bakılabilse… Kim bilir ne harika şeyler sezilecek ve ne ledünnî duygulara ulaşılacaktır!

Evet, O’ndan sonra ve O’nun izleri üzerinde binlerce ilim yuvası kurulduğu, yüzbinlerce ilim ve sanat adamı yetiştiği gibi, O’nun getirdiği sistemi temsil eden yüzlerce devlet kuruldu. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Harzemiler, Karahanlılar ve şanlı Osmanlı Devleti bunlardan sadece birkaçı…

İslâm dini, Hıristiyanlıkla mukayese edilmemelidir. Hıristiyanlık hiçbir zaman kiliseyi aşamadı. Devlet, ya teokratik idare dediğimiz papazların kafalarından çıkan içtihatlarla veya materyalist insanların kafalarından çıkan dünyevî prensiplerle idare edildi. Ama Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mesajı ve dini öyle değildi. O, kitap ve Sünnet’in canlı, derin, âlemşümul, içtihada açık, tecdit derinlikli esasları üzerine kuruldu ve devam etti. Onun ikliminde zaman değişiyor, suret değişiyor, mânâ ve muhteva bâki kalıyordu. Bu dünyada medeniyetlerin, devletlerin biri batıyor, arkadan bir başkası doğuyor ve devamlı güneşler kol geziyordu.

Evet, meselâ, daha biri bitmeden öbürü hemen zuhur ediyor: Selçuklular kendi devirlerini, fonksiyonlarını tamamlar tamamlamaz, Allah (celle celâluhu) Söğüt’ün bünyesinde, ileride kelebek olup ışığa koşacak yeni bir Yusufçuk yetiştiriyordu. İpek böceği kelebek oluyor, kelebek üveyikleşiyor, üveyik de tavuslaşıyor ve Muhammedî semalarda şehbal açıyor, uçuyordu.. arızasız, eksiksiz; tabiatın içinde varlıkla bütünleşerek.. yeryüzünde Allah’ın halifesi olma televvün ve derinlikleriyle.

Evet, bu mânâ ve muhtevada büyük küçük yüzlerce devlet hep O’nu temsil ettiler, “Senden medet alıyoruz, medet ey Sultan-ı Rusül!” dediler. Ve Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o semavî sofrasından istifade etti, O’nunla şekillendi, O’nunla yapılandılar…

[1] Haşr sûresi, 59/10.

Kaynak: Sonsuz Nur / M.Fethullah Gülen

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy