Kürsü Allah karşısındaki duruşuyla Mü’min Egeli14/10/20210405 Görüntüleme Mü’min; inanan, güvenen, emin bir geleceÄe namzet olan, çevresine emniyet vaad eden ve iç içe farklılıkları bulunan özel konumlu bir âbide insandır. O, bütün bir ömür boyu her iÅini Allah tarafından görülüyor olma mülâhazasına baÄlar ve her zaman imrendiren bir incelik ve nezaket içinde bulunur. Bu engin ve derin duyuÅ ve duruÅuyla o, halk karÅısında da Hak karÅısında da hep nazik, terbiyeli, hatırnaz ve incedir. Ãyle ki, hayatıyla tehdit edilse, deÄiÅik baskılara maruz kalsa ve iftiraya uÄrasa da, meÅru müdafaanın dıÅında herhangi bir kabalıÄa asla tenezzül etmez. Evet, o, Allah’a kul olmanın benliÄinde hâsıl ettiÄi zarafet ve derinlikle bütün tavır ve davranıÅlarında fevkalâde kibar, olabildiÄine temkinli, dediklerinin-ettiklerinin farkında, her konuda ciddî mi ciddî, aynı zamanda rahat, mülâyim ve herkese sinesi açık müstesna bir insandır. O, bir yandan, imanın iç dünyasında oluÅturduÄu geniÅlik ve zenginlikle karÅılaÅtıÄı hemen herkesi kucaklar, onlara kâse kâse sevgi sunar ve Åefkatle baÄrına basar; Allah’a yakın olmanın bütün güzelliklerini rast geldiÄi herkese gösterir ve elinden geldiÄince onların ruhlarına duyurmaya çalıÅır; diÄer yandan da, Hak’la karÅılaÅacaÄı günün hülyalarıyla yer yer sevinir, kendinden geçer, zaman zaman da derin bir mehâbet hissiyle ürperir ve böyle bir müthiÅ buluÅma heyecanıyla râÅeler yaÅamaya durur: Görmez çevresindeki kin, nefret sisini-dumanını.. duymaz haset ve iftira fırtınalarının ruhuna çarpıp kırılan esinti ve dalgalarını.. ve bütün bu olumsuzlukların hâsıl ettiÄi/edeceÄi stresleri, hafakanları. Zira o artık öyle bir huzurdadır ki, durduÄu o muallâ yer itibarıyla silinir gider düÅünce ve tasavvur dünyasındaki bütün münasebetsizlikler ve pırıl pırıl bir hâl alır kalb, ruh ve his dünyası. Aslında, her gün birkaç defa nâsezâ-nâbecâ ve yakıÅıksız Åeylerden arınan birinin baÅka türlü olması da düÅünülemez. İç dünyası ötelerden gelen mevhibelerle dopdolu, tavırları her zaman böyle bir zenginlik ve derinliÄe ayarlı, yürüdüÄü yol belli, hedefi hiçbir Åeyle becayiÅ edilemeyecek ölçüde müteâl, inancı tastamam, nazarında büyükler hep büyük, küçükler Åefkatle koklanan birer gül ve deÄerler cetvelinde de her Åey yerli yerinde ise, yok demektir bu incelerden ince ruh yapısında en küçük bir yırtık ve sökük… Zaten o, mefkûresini ifade etmeyen her türlü plan ve projeden, netice itibarıyla Allah’a götürmeyen daÄınık düÅüncelerden, laÄv u lehv sayılan davranıÅlardan ve boÅ lakırdı, boÅ mülâhazalardan uzak mı uzak; sükûtu fikir, konuÅması zikir, zâhir ve bâtın hâsseleriyle hep O’na kilitli, melekler kadar teveccühü derin ve arı-duru, her zaman yüksek uçmaya hazır ve gerilimi baÅ döndürücü, fakat aynı zamanda kendi plan ve projelerini gaye ölçüsünde öne çıkarmayacak kadar da yöneldiÄi Yüce Dergah’a saygılı, gözleri hep ufuk ötesinde, himmeti daÄları delecek kadar yüce, hayatının gerçek deseni kabul ettiÄi inançlarını yedi cihana duyurma gayretiyle tam bir metafizik gerilim içinde, yaptıÄı ve yapacaÄı iÅlerin gerektirdiÄi nezaketin de farkında kusursuz bir basiret insanıdır. Yetirir o dapdaracık ömrünü hem dünyayı imar etmeye hem de ukbâyı peylemeye; boÅuna zayi etmez kendine ilk bahÅedilen mevhibelerin en küçüÄünü ve meÅgul olmaz dünya ve öteler adına bir Åey vaad etmeyen “mâlâyâniyât”la.. rahatlıkla baÄıÅlayabilir kendine lütfedilenlerin bütününü Hak rızası yolunda.. baÄıÅlar ve bir pulunun boÅa gitmemesi konusunda da olabildiÄine titiz davranır. ÃalıÅıp kazanırken hak ölçülerine ve haram-helâl mülâhazalarına fevkalâde dikkat ettiÄi gibi, edip eylediÄi iÅlerin birer çaÄlayana dönüÅüp ötede Cennet ırmaklarını oluÅturması için de her zaman rıza hedefli, “i’lâ-yı kelimetullah” yörüngeli hareket eder, dikkatli ve hesaplı davranır; damlasını deryalara çevirme yollarını araÅtırır, zerre ile güneÅleri peylemeye çalıÅır ve bir ömür boyu gelip geçici Åeyleri ebedîleÅtirmek için çırpınır durur. Herkesi ve her Åeyi O’ndan dolayı sever, her zaman sevgi soluklar ve çevresinde sevgiden bir atmosfer oluÅturur. KoÅar aÄlamaları dindirir, âh u vâhları keser, ızdıraplara panzehirler çalar ve gülmeye çevirir feryad u figanları.. hamd ü senâlara döndürür çaresiz sinelerden yükselen iniltileri.. rıdvan meltemleri hâline getirir etrafta esip duran alevden fırtınaları. Ãlemin inlememesi için hep inler durur ve baÅkalarının aÄlamaması için de gözyaÅlarını ceyhun eder. O kendine, baÅkaları için bir Åey ifade etme durumuna göre deÄer verir ve onun nazarında “ben” deÄil her zaman “biz” söz konusudur. Hodgâm deÄil diÄergâmdır; beden insanı deÄil bir ruh ve mânâ eridir. ÃiÄnetmez kalbini cismine ve ruhunu da bedenine. Peygamberâne bir iffet ve ismet peÅindedir. MeÅru dairenin zevk ve lezzetlerini yeterli bulma mevzuunda öyle bir disiplin kahramanıdır ki, nefis ve cismaniyetle mücadelede iradesinin hakkını vererek -Allah’ın izniyle- bir hamlede her engeli aÅar ve gider ta ruhunun ufkuna ulaÅır. Böyle biri, iyilikleri ve güzellikleri temsilde, fenalıkları ve çirkinlikleri aÅmakta öylesine ciddî, öylesine azimli ve öylesine kararlıdır ki, ihtimal bu tavrıyla o çok defa meleklerle atbaÅı hâle gelmekte ve bir kere daha onlara “Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ”[1] dedirtmektedir. Zira o, ilk mevhibe olarak Hakk’ın lütfettiÄi Åeylerin hiçbirini yaratılıŠgayesine (mâ hulika leh) aykırı kullanmamıŠve her zaman emanette emin bir emanetçi gibi davranmıÅtır; Allah da onu maiyyetiyle ÅereflendirmiÅtir. Evet, her fert için vücud bir emanet, onun yüksek insanî deÄerlerle donanımı ayrı bir emanet; Cennet arzusu ve oraya girebilme istidadı, yöntemi, daha ötesinde Hak cemâlini müÅâhede edebilme kabiliyeti apayrı birer emanettir.. ve bunların hepsi de Yaratan’ın belirlediÄi çizgide kullanılmaları gayesine baÄlı olarak insana bahÅedilmiÅlerdir. Bu itibarla, günahlar, hatalar, beden ve cismaniyetin güdümünde yaÅama gibi bayaÄılıklar, bu ilk mevhibelere karÅı öyle saygısızca Åeyler, öyle hıyanet ve cinayetlerdir ki, bunların her biri Åeytanları sevindirse de “mele-i a’lâ”nın sakinlerini utandıracaktır. Onun içindir ki, gönülden O’na inanmıŠher mü’min, O’nun bu ilk armaÄanlarını, daha sonraki lütuflarına erme adına önemli birer vesile bilir ve deÄerlendirir.. ve bunlarla gerçek kimliÄi olan Hakk’a kulluÄu, O’nun yakınlıÄını ve O’nun hoÅnutluÄunu elde etmeye çalıÅır. Aksine, tam inanamadıÄından dolayı ilk mevhibeleri görmeyen ve onları iman, mârifet ve muhabbet yolunda deÄerlendiremeyenler ikinci ve sermedî lütuflardan da mahrum kalırlar. Aslında böyleleri, bütün bütün ahiret hayatlarını ihmal ettikleri gibi, dünyada da hiçbir zaman tam mutlu olamazlar; inkâr kaynaklı bir sürü problem altında hep inim inimdirler ve kat’iyen streslerden, hafakanlardan kurtulamazlar. Depresyonlar yaÅar, cinnet nöbetleri geçirir, paranoyalarla kendi huzurlarını dinamitler ve öteki âlemlerin aydınlık bir koridoru sayılan bu güzel dünyayı kendileri hakkında Cehennem’e çevirirler.. evet bunlar, diÄer insanları sevemez, hatta farklı mülâhazalarla kendilerinden baÅka herkesten nefret eder, nefret ettiklerinden nefret görür; her zaman hırsla kıvranır durur, umduklarını elde edememenin inkisarıyla inler; ölüm korkusuyla tir tir titrer; daha çok yaÅama arzusuyla nelere nelere katlanır; çok defa bu karmakarıÅık hislerle sıhhatlerini bozar ve zihnî teÅevvüÅlere girerler. Akı kara, karayı ak, iyiyi kötü, kötüyü iyi görmeye baÅlarlar. Kendileri gibi düÅünmeyenleri düÅman ve hain görür, sürekli hıyanet kâbuslarıyla yatar-kalkar ve vicdanlarındaki Cehennem zakkumundan dolayı daha Cehennem’e gitmeden Cehennem ızdıraplarıyla kıvranır dururlar. Hakikî mü’mine gelince o, Allah’ın kendisine lütfettiÄi her Åeyi yedi, yetmiÅ ve yedi yüz veren baÅaklara çevirir.. bunları O’na yükselmenin merdivenleri hâline getirir, Hak hoÅnutluÄuna (rıza ufku) ulaÅmada birer rampa gibi kullanır.. ve yürür Cennet mirasçılarıyla beraber inÅirahla tüllenen akıbetine doÄru… [1] Meleklerin, “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiÄinden baÅka ne bilebiliriz ki? Her Åeyi hakkıyla bilen, her Åeyi hikmetle yapan Sensin.” (Bakara sûresi, 2/32) mealindeki sözlerine iÅaret edilmektedir. Kaynak: Sükûtun ÃıÄlıkları / M.Fethullah Gülen