Anneciğimin cenazesine bile gidemedim!

Yazar Mizan
Soru: “İnsan, hayatını bir an sonrasını bilmeden, bir an sonra neler olacağını, başına ne geleceğini, nereden hangi sevinç veya üzüntü verecek haberi alacağını bilmeden yaşıyor. Bu bilinmezlik, bazen insanın karşısına bir sevinçle çıkıyor. Bazen de hem de teselliye, sevinmeye, ümide en muhtaç olduğu bir zamanda sırtını iki büklüm edecek bir hadise veya haberle… Üç yıla yakındır insanlardan uzak bir kulübede yaşamaya çalışıyorum hocam. Geçtiğimiz gün böyle bir haberle adeta sarsıldım. Anneciğimi kaybettim. Hastalığında yanında olamadım. Cenazesinde de. Sizlerden çok dua bekliyorum.” (G.Y.)
Başınız sağ olsun güzel insan. Rabbimiz annenize gani gani merhamet eylesin. Kabrini pür nur eylesin, sizin de mailinizde bahsettiğiniz karanlık odanızı…
Acınızı yürekten paylaşıyorum. Mailiniz buram buram hüzün, bir o kadar da teslimiyet kokuyordu. Buraya özetleyerek almak durumunda kaldım.
Neylersiniz. Herkes bu zorlu süreçte kendi kaderini yaşıyor. Bilhassa hassas ruhlar, bu türden vakıaları çok daha derinden yaşıyorlar.
Yalnız değilsiniz elbette. Her şeyden önce Rabbimiz var. Tarih boyunca bu kutlu yolun yolcuları hep böylesi sıkıntılar yaşamışlar. Baştan peygamberler olmak üzere onların kutlu yolundan giden hemen hemen bütün Hak dostları. Onlardan birisi de Üstad Hazretleri. Mailinizi okuyunca onu ve çektiği çileleri hatırladım. 
Siz de bilirsiniz; Barla’da, dağlar arasında, işkenceli bir sürgünde, yalnızlık içinde, başkalarının kendisiyle görüşmesinin, buluşmasının bile men edildiği bir hengâmda, hem de ihtiyar, hasta ve gurbetler içinde çok buruk bir haldedir.
Bir teselli, bir nur aramakta ve o acı, elemli ve hüzünlü halini unutmaya çalışmaktadır. Özellikle biri vardır ki, onu hiç unutamamaktadır. Bu da, kendisiyle yolları 6-7 yıl önce ayrılan yeğeni, kardeşinin çocuğu Abdurrahman’dır. 
Üstad Hazretleri, bu yeğenini çok sevmektedir ve ondan İslâm’a hizmet adına çok beklentileri vardır. Ne durumda olduğunu da çok merak etmektedir.
Abdurrahman’ı anlatırken, “Kardeş çocuğum, manevî evlâdım, en fedakâr bir talebem, en cesur bir arkadaşım, deha derecesinde zekâ sahibi, hakikî evlâdın çok üstünde bir sadakat ve bağlılıkla bana hizmet edecek, en büyük maksadı, ben küçüklüğünde ona baktığım gibi bana ihtiyarlığımda bakacak ve bilhassa benim dünyada hakikî vazifem olan Kur’ân’ın sırlarını neşretmede muktedir kalemiyle bana yardım edecek biri..” tabirlerini kullanır.
Barla’da, sürgünde, hasta, ihtiyarlık halinde ve gurbetler içinde Abdurrahman’ı düşünmektedir. Bir-iki ay içinde Abdurrahman’la buluşacağını tasavvur ederken, bir haber alır: Abdurrahman, vefat etmiştir. Yıllarca arkasından gözyaşı döktüğü Hz. Yusuf’u (a.s.) beklerken, diğer oğlu Bünyamin’i de kaybeden Hz. Yakub’un ızdırabı gibidir ızdırabı. Halini,
– Bu haber beni o derece sarstı ki, beş senedir daha onun tesiri altındayım. O vakit içinde bulunduğum işkenceli esaret, sürgün, yalnızlık, gurbet, ihtiyarlık ve hastalığımdan on kat daha fazla bana ayrılık acısı, rikkat ve hüzün verdi. Merhume vâlidemin vefatıyla hususî dünyamın yarısı gitmişti; Abdurrahman’ın vefatıyla da kalan yarısı vefat etti, cümleleriyle anlatır.
Barla’nın derelerinde, dağlarında yalnız başına dolaşır Üstad Hazretleri. Arasıra Kur’ân’ın nurundan gelen teselliler olmasa, dayanamayacak durumdadır. Abdurrahman gibi sâdık talebelerle geçirdiği eski mesudâne hayat sinema levhaları gibi hayalinden geçtikçe, ihtiyarlık ve gurbetin verdiği hüzün, onu çok etkilemektedir.
Üç büyük cenaze manzarası kaplamaktadır ufkunu. Bunlardan biri, geçmiş elli beş yıllık ömrünün, bu elli beş yıl içinde defnedilmiş 55 Said’in cenazesidir ve kendisini bu cenazalerin konduğu kabrin başında mezar taşı gibi görür.
İkinci cenaze, Hz.  dem’den bu yana vefat edip mazi kabrine defnedilmiş insanların büyük cenazesidir ki Üstad Hazretleri, kendini bu büyük cenazenin devasa mezarının kabir taşı hükmündeki asrının yüzünde dolaşan bir karınca gibi görür.
 
Üçüncü cenaze, her sene değişen mevsimlerle birlikte bir dünya gitmekte, yeni bir dünya gelmektedir. Bir gün gelecek bu dünya bütünüyle vefat edecektir ve Üstad Hazretleri, bu cenazenin tasavvurundadır.
Hz. Bediüzzaman, bu halde iken birden “Eğer her şey, herkes seni bırakıp gidiyorsa sen, de: ‘Allah, bana kâfidir. Başka hiçbir ilâh yoktur, sadece O vardır. O’na güvenip dayandım ben ve O, (kâinatın idare tahtı olan) Büyük Arş’ın Rabbidir.” (Tevbe Sûresi, 9/129) âyeti ufkunda tulû ediverir.
Ona “Her şey ölmeye, yok olmaya mahkûmdur, ancak O ve O’nun rızası istikametinde yapılan işler müstesna: hüküm O’nundur, O’ndandır ve O’na döndürülmektesiniz.” (Kasas Sûresi, 28/88)  âyetinin en kısa bir meali olan “Ey Bâkî, Bâkî Olan Sen’sin, Ey Bâkî, Bâkî Olan Sen’sin”i dedirtir. 
Evet, madem Cenâb-ı Hakk (c.c.) var; O, her şeye bedeldir. Madem O, el-Bâkî olandır, sermedîdir, ebedîdir, elbette O, kâfîdir. Yardımının ve rahmetinin bir tek cilvesi, bir tek tecellisi, bütün dünya yerini tutar. Ve nûrunun bir parıltısı, zikri geçen üç büyük cenazeye manevî hayat verir. Onların cenazeler olmadığını, vazifelerini bitirmiş başka âlemlere gitmiş olduklarını gösterir.
Üstad Hazretleri, tam teselliyi bulmuş olarak dolaştığı derelerden Barla’ya döner. Bakar ki, Kuleönlü Mustafa adında bir genç, kendisinden abdest ve namaza dair birkaç soru sormak için gelmiştir. Ziyaretçi kabul etmediği/edemediği halde, ruhundaki ihlâs sebebiyle o genci geri çeviremez.
Fark eder ki, bu Mustafa ve daha onun gibi pek çok genç, bir Abdurrahman’a bedel otuz Abdurrahman olarak dine hizmet edecek ve bu hizmette kendisine hem yardımcı, hem talebe, hem yeğen, hem manevî evlât, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş olacaktır.
O vakit kalbine şöyle der: “Ey ağlayan kalbim! Madem bu numuneyi gördün ve manevî yaralarının en mühimi tedavi oldu. Seni üzen bütün diğer yaraların da tedavi olacaktır.”
Onun yaralarını tedavi eden “Eğer her şey, herkes seni bırakıp gidiyorsa sen, de: ‘Allah, bana kâfidir. Başka hiçbir ilâh yoktur, sadece O vardır. O’na güvenip dayandım ben ve O, (kâinatın idare tahtı olan) Büyük Arş’ın Rabbidir.” (Tevbe Sûresi, 9/129 âyet-i kerimesi, elbette bütün dertli sinelerin yaralarını tedavi edebilecek ilaca sahiptir.
Şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’in kudsî eczanesinde ve o eczanenin en önemli ilaçlarından birisi olan Risale-i nurlarda manevi bütün dertlere şifa verecek deva yolları fazlasıyla vardır. Bize düşen şu zorlu günlerde iman ve ümit ile bu ilaçlara müracaat etmek. Neticede bütün gam ve yükler hafifleşecek, hatta gidecektir…

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy