Kürsü Bir tabii afette ölenlerin hepsinin eceli birden mi gelmiştir? Egeli09/12/202101,3K Görüntüleme Ecel, bir varlıÄın kendi Åartları ve kendi buutları içinde geçireceÄi sürenin sonu ve o varlıÄın hayat serencâmesinin bitimi demektir. Sonradan var olan her Åey, aslında böyle bir “son” ve “bitim” yazısıyla dünyaya gelir. VarlıÄın akıp gidiÅi içinde, baÅlangıçla bitimi birbirinden ayırmak mümkün deÄildir. Her Åey, bir damla gibi er geç topraÄın baÄrına düÅer, erir. Ve bir ırmak gibi er geç akar bir denize karıÅır. Bu, hemen bütün varlıkların müÅterek alın yazısıdır. Bu yazı ile her varlık gün yüzüne çıkar ve yine bu yazı ile geldiÄi gibi ayrılır gider. BaÅlangıçlar bitimin emâresi; sonradan meydana geliÅler, sona eriÅin esasıdır. BaÅlangıcı olmayanın sonu da yoktur. Ezelî olandır ki, ancak ebedî olan da O’dur. Sonradan meydana gelen her Åeyin varlıÄına hükmeden, onu belli bir programla bu âleme gönderen ve her Åeyini görüp gözeten bir Yüce Varlıktır ki; bütün bu gelip gitmelerin, doÄup-batmaların dıÅındadır. OlmuÅ, olacak bütün müddetler ve süreler de, O’nun tasarrufu altındadır. Bu itibarla da, ne gelmelere ne gitmelere “tabiî” demek doÄru olmayacaÄı gibi, âfetler ve onlara baÄlı hâdiselere de “tabiî” demek kat’iyen uygun deÄildir. EÅyanın varlıÄa mazhariyeti, haricî bir emir ve irade ile ve aynı zamanda bir vazife çizgisinde cereyan etmektedir. Ä°nsan, hayvan, nebât ve diÄer bütün varlıklar, kendilerine hükmeden bir kudretle gün yüzüne çıkar, teÅhir ve âyinedarlık vazifelerini yerine getirir, sonra yerlerini baÅkalarına bırakarak sahneden silinip giderler. Bu âlemde, hem doÄuÅlar, hem de ölüÅler birer teÅhir, birer imtihan olarak cereyan etmektedir. Her Åeyin varlıÄa eriÅi, gizli bir Mevcûd’un apaçık delil ve tercümanı olduÄu gibi, müddet hitâmında ayrılıp gitmesi de, evveli olmayan O gizli varlıÄın, ebediyet ve ölümsüzlüÄüne delâlet etmektedir. Evet, hiçten ve yoktan varlıÄa eren biz ve her Åey, varlıÄımızla birinin varlıÄını; görmemiz, duymamız ve bilmemizle, gören; bir hayat boyu sırtımızda emânet olarak taÅıdıÄımız her Åeyi terk edip gitmekle de, bir bir gelip bir bir gidenlere, gidip de gelmeyenlere mukâbil, gaybi olan bir “Bir”i göstermekteyiz. “O, “O”dur ki, hanginiz daha güzel iÅ yapacaÄınızın imtihanını vermek için, hayatı ve ölümü yaratmıÅtır.” (Mülk, 67/2) GeliÅin sırrını kavrama, bulunuÅun imtihanını verme ve gidiÅe hazır olma. Ä°Åte insan için mühim olan da budur. Åimdi bu küçük hazırlıktan sonra, mevzûmuz olan “Bir anda ölenlerin hepsinin eceli birden mi gelmiÅtir?” hususunu ele alalım: Evet, hepsinin eceli birden gelmiÅtir. Ve böyle olması için de ciddî ve kayda deÄer hiçbir mânî yoktur. VarlıÄı, bütünüyle elinde tutan Yüce Zât, zerrelerden sistemlere kadar her Åeyi ve herkesi kendi kaderi içinde birden var ettiÄi gibi, birden de öldürebilir. Ne ayrı ayrı yerlerde bulunmaları, ne de vasıf ve keyfiyet farklılıÄı bu mevzûda hiçbir mânî teÅkil edemez. Kudreti Sonsuz’un tasarrufunu göstermek için, tamı tamına o kudreti aksettirecek misal bulamamakla beraber, yine de, O’na ayna olabilecek, bir fikir verebilecek pek çok Åeyden bahsetmek mümkündür. Ezcümle; güneÅe yönelen deÄiÅik evsâf ve keyfiyetteki varlıklar, herhangi bir karıÅıklıÄa sebebiyet vermeden, ona bakarak hayatlarını sürdürür; onun ziyâsı altında renkten renge girer; onunla en revnaktâr hâle gelir ve onun doÄuÅu ve batıÅıyla ölgünleÅir; pörsür ve söner giderler. Aynen onun gibi, her Åey aynı baharın kucaÄında döllenir; aynı yazda serpilir geliÅir ve aynı sonbaharda hazanla sararır; fakat, hepsinin kaderi ayrı ayrıdır. Hepsi, o geniÅ ilmin plân ve programıyla, o sonsuz irade ve meÅîetin yönlendirmesiyle.. evet, geliÅi-güzel ve kendi isteklerine göre deÄil, o muhteÅem MeÅiet ve iradenin istediÄi istikamette varlık gösterir ve mevcudiyetlerini sürdürürler. “O, karada ve denizde olan her Åeyi bilir. DüÅen bir yaprak ve karanlıklar içine gömülen hiçbir dâne yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” (En’âm, 6/59) AÄaçların, otların, tohumların, dânelerin hayat ve ölümleri, geliÅme ve semereleri bu kadar ciddî takip edilip de, insan gibi en ekmel bir varlık hiç baÅıboÅ bırakılır mı? Bir Åeyi görmesi diÄer Åeyi görmesine; bir Åeyi iÅitmesi diÄer Åeyi iÅitmesine mâni olmayan kâinatların Yüce Sâhibi, elbette en azîz mahlûku, en deÄerli san’atı olan insanın her hâline ehemmiyet verecek ve O’nun bir ferdine sâir varlıkların cins ve nev’inin mazhar oldukları Åeyleri lûtfederek, âlemlerin fihristi olan insanı hususî olarak ele alacak, hususî iltifatına mazhar edecek, husûsî sevkiyâtıyla da huzurunda Åereflendirecektir. Bu dâvet ve sevkiyât, bazen bir döÅekte, bazen bir harp meydanında, bazen de herhangi bir felâket ve âfetle olabilir. Hatta, ayrı ayrı mıntıkalarda, toplu olarak veya teker teker de meydana gelebilir. Yaratıcı’nın insana bakıÅı zaviyesinden, bunlar, aslâ neticeye tesir etmezler. Her insanın zimâmını elinde bulunduran; her canlıyı istediÄi kadar hayatta tutup sonra da salıveren sonsuz ilim ve Kudret Sahibi, nezdindeki kitaba göre, belli fert ve kitlelerin ruhlarını kabzetmesi gayet normal ve mâkuldür. Evvelce de temas edildiÄi gibi, bu, önceden terhîs edilmeleri tespit edilmiÅ bir askerî birliÄin, vakti gelince, en büyük kumandan tarafından tezkere iÅleminin icrâ edilmesi gibi bir Åeydir… Ayrıca, ruhların kabziyle vazifeli meleÄin vazifesinin Åümûlüne temas edildiÄi yerde de belirtildiÄi gibi, ruhları kabzetme vazifesiyle mükellef o kadar çok melek vardır ki; bir anda binlerce âfetin kol gezdiÄi her yerde, sâhibinin irade ve takdiri altında, her vefat edenle bir deÄil birkaç melek görüÅebilir ve ellerindeki kitaplara göre, deÄiÅik takdirlerle vadesi dolanları istikbâl edebilirler. Bu türlü âfetler, çok ciddî tetkiklere tâbi tutulduÄu zaman, gerçekten de hem bir ilk takdiri, hem de ölenlerin ecellerinin birden geldiÄini görmemek mümkün deÄildir. Bu husustaki enteresan ve hârika hâdiselerin bütününü tespit etmek için ciltler lâzımdır. Ãstelik yazılanlar da ciltleri aÅacak kadar çoktur. Gün geçmiyor ki, kitaplara mevzû olacak, böyle fevkâlâde hâdiselerden birkaçını matbuatta görmüŠolmayalım. Meselâ, Åehirlerin altını üstüne getiren korkunç bir zelzelede, binlerce insanın bütün gayretlere raÄmen kurtarılamamalarına mukâbil, zelzeleden günlerce sonra kendini korumadan âciz çocukların, hiçbir zarar ve ziyâna uÄramadan topraÄın altında istirahat ederken bulunmaları.. hem kanala yuvarlanan bir römork içindeki bütün iÅçilerin boÄulmalarına karÅılık, çok ötelerde hiçbir arızaya uÄramadan, suyun üzerinde yüzüp duran kundakta bir çocuÄun bulunması, hem bir uçak kazasında, en mâhir ve tecrübeli kimselerin kaçamayıp cayır cayır yanmalarının yanında, uçaÄın düÅmesiyle iki yüz metre öteye fırlayan mini mini bir yavrunun hiç arıza almadan kurtulması gibi… yüzlerce hâdise ispat etmektedir ki; hayat da ölüm de kendi kendine olmayıp; aksine, bilen, gören ve idare eden Bir’inin tedbiriyle meydana gelmektedir. Hayata, birer birer veya toplu olarak gelen her varlık, kütük ve sicil defterlerindeki vazife bitimi ve ecellerine kadar, fıtratın ince sırlarını kavrama, tabiat ötesi gizlilikleri keÅfetme, bizleri ve onları gönderen Zât’a ayna ve tercüman olma rnükellefiyetiyle ömürlerini doldurur, parça parça veya toplu olarak terhîs edilirler. Bu bilme, tespit ve sonra da vefat ettirme; yâni aynı anda ecellerini getirme, her Åeyi baÅtan sona en iyi Åekilde bilen Allah (cc) için gayet kolaydır. Kaldı ki, her insanın etrafında bir yıÄın meleÄin bulunduÄunu ve bundan baÅka pek çok, can alan meleklerin de olduÄunu, gizli açık her Åeyi Bilen’den öÄreniyoruz. Bu bahiste ayrıca, Åöyle küçük bir itiraz da vârit olabilir: Bu kabil musîbetlerde, müstahak olanlarla beraber, bir hayli de mâsum telef olup gitmektedir. Acaba buna dair bir Åeyler söyleyebilir misiniz? Hemen arz edeyim ki, bu istifham da yine, akîde ve tasavvurdaki bir yanlıÅlıktan doÄmaktadır. EÄer hayat, sadece dünyevî hayattan ibaret bulunsaydı ve insanın evvel ve âhir yeri burası olsaydı; belki bu itirazın da mâkul bir yanı ve bir mesnedi olduÄu iddia edilebilirdi. Hâlbuki, insan için burası bir ekim yeri, bir gayret sahası ve bir bekleme salonu ise; öteki âlem, bir harman ve hasat yeri, bir baÄbozumu, semere zamanı ve nihayet sıkıntılardan kurtulup saadetlere erme yeridir. Bu itibarla da, burada iyinin kötüyle, mücrimin nezihle vefât etmesinde hiçbir gayri tabiîlik yoktur. Bilakis, iÅin böyle cereyan etmesi en mâkul ve en mantıkî olanıdır. Zira ikinci diriliÅte, herkes niyetle davranıÅlarına göre hususî bir varlıÄa erecek, ona göre muâmele görecek ve ona göre ya tekdire mâruz kalacak veya lütûfa mazhar olacaklardır. Hâsılı; ölüm ve ecel, bu dünyada bulunma ve hizmet etme süresinin bitiminden ibarettir. Böyle bir süre, insanın iradesini nefyetmeme çizgisinde, önceden hazırlanmıÅ, tescil edilip kütüklere geçirilmiÅ bir plân keyfiyetinde olup; ve yine her Åeyi bilip gören Zât’ın emir ve fermanıyla, mevsimi geldiÄinde infâz edilmesinden baÅka bir Åey deÄildir. Bunun toplu olmasıyla, münferit olması arasında da, mantıkî hiçbir fark yoktur. Ãyle zannediyorum ki, pek çok meselede olduÄu gibi burada da, Yüce Yaratıcı’nın sonsuz ilim, kudret ve iradesini bilememe, inhirafın baÅlıca sebeplerinden birini teÅkil etmektedir. DiÄer bir sebep de, eÅya ve hâdiselere bakıŠzaviyesinin yanlıÅlıÄıdır. Olup biten Åeyler muvâcehesinde, kafalarımızı, hatalı tabiat ve tesadüfler anlayıÅından sıyıramamıŠve gönüllerde tecrîde erememiÅsek; içimiz zayıf akîdelerle, Åeytanî vesveselerin muhârebe meydanı hâline gelecektir. Bir de gönül dünyamızın fakirliÄi ve yeterince beslenememesine karÅılık -mesnetsiz dahi olsa- her gün kâse kâse Åüphe ve tereddütlerin içirilmesi, öyle korkunç bir felâkettir ki; nesillerin istikametinin bozulmasına deÄil de, hâlâ istikametini muhafazada muvaffak olmalarına hayret edilmelidir. Ehemmiyetsiz gibi görünen bu kabil meselelerde, haddinden fazla tahÅidat yapıldıÄı iddiâ edilebilir. Ne var ki, imana taalluk eden hususların hiçbirinde biz, böyle bir düÅünceye katılmayacaÄız. Nazarımızda, itikatla alâkalı en küçük mesele, daÄlar cesâmetinde ve cihan-pahâdır. Bu itibarla da üzerinde ne kadar titizlikle durulsa, deÄer ve yerindedir. Bu hususu nazar-ı itibara alan arkadaÅlarımızın sıkılmayacaklarını ve bizi baÄıÅlayacaklarını umarız. Cesâmet: Büyüklük, irilik MeÅîet: Dileme, isteme Muvâcehesinde: KarÅısında, önünde. Revnaktâr: Parlak Serencâme: BaÅa gelen, baÅtan geçen hadiseler Kaynak: M.Fethullah Gülen / Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader